Nuri Bilge Ceylan fotoğraflarıyla New York’ta Nuri Bilge Ceylan and his photo exhibition in New York Post by Moon and Stars Project. For further information: The World of My Father @ Tina Kim Gallery For further photos: NBC photography Nuri Bilge Ceylan – Söyleşiler @ Sanatblog
Nuri Bilge Ceylan fotoğraflarıyla New York’ta
Nuri Bilge Ceylan and his photo exhibition in New York
Documentarist 16. İstanbul Belgesel Günleri bu yıl gösterim alanlarını genişleterek CKM’yi (Caddebostan Kültür Merkezi’ni) de programa dahil etmiş. Şansıma, festivalde izlemek isteyeceğim filmler mahalleme geldi. Bu yıl, festival gönüllü ekibine katılıp CKM’de yapılan soru-cevap bölümlerinde moderasyon görevini üstlendiğim için filmlerle ilgili yönetmenlerle doğrudan sohbet etme fırsatım da oldu.
Belgesel filmlere yaklaşımım sosyolojik araştırma okuma hevesimden pek de farklılaşmıyor aslında. Sonuçta, ikisinde de bir dertlenme ve hikâye anlatılıcılığı var. Üniversitede İstanbul Film Festivali’nin (eğer adını yanlış hatırlamıyorsam) Hangi İnsan Hakları? bölümünü takip ettiğimi gören bir arkadaşım alay etmişti: “İnsanlar yabancı filmleri izlemeye gidiyorlar, biliyorsun, değil mi?” İyi de, o filmlerin çoğu ödül alıyordu, sonra da vizyona giriyordu. Oysa o dönem henüz dijital platformlar da olmadığı için çok az gösterim fırsatı yakalayan belgeselleri izlemek benim için daha öncelikliydi. Özellikle de bu konuda yerelci bir tavrım olurdu: Kim bu memlekette neyle dertleniyor ve onu nasıl anlatıyor? Festivallerde peşine düştüğüm asıl soru hep buydu benim. Bu yıl, Documentarist’te yine yerel yapımları izleyerek bu tavrımdan ödün vermediğimi baştan söylemek isterim.
İzlediğim filmleri bu postta kişisel beğenime göre sıraladım ama yıldızlı puan verme gereği duymadım. Sıralamanın gerekçeleri kısa yorumlarımda gizli.
Filmin başında öğrendiğimize göre Mihri’ye dair en yaygın argüman, New York’ta yokluk içinde öldüğü. Üstü kapalı, “başarılı olamamış” bir kadın ressam argümanı. Oysa, özellikle araştırmacı Özlem Gülin Dağoğlu’nun aktardıklarından Mihri’nin gittiği her ülkenin elit sınıfıyla bir bağ kurmayı başardığını öğreniyoruz.
Film, animasyonlar, canlandırmalar ve Mihri’nin yeğeni ressam Hale Asaf’a yazdığı mektup gibi farklı kaynaklarla seyirciye yeni bir sanat tarihi okuması sunuyor. Ancak bu okuma da salt bir gerçeklik sunma iddiasından öte “Kim Mihri” sorusuna yeni sorular ekliyor. Bu açıdan da film, Mihri’nin hayatının belgeselini değil; Mihri üzerine bir belgesel yapmanın hikâyesini anlatıyor daha çok. Belki de bu durum, yönetmen Berna Gençalp’in, soru-cevap bölümünde, filmin Mihri hakkında bulunan her yeni bilgiyle geliştiğini belirtmesiyle de doğrudan orantılıdır. Hatta belki filmin yer yer bende (beklemediğim bir şekilde) sanat tarihi dersine katılmışım hissi uyandırması da bu sebepledir.
Son olarak, “Kim Mihri” belgesel projesinin Türkiye sanat dünyasına en büyük etkisinin 2019 yılında SALT Galata’da açılan “Mihri: Modern Zamanların Göçebe Ressamı” başlıklı sergi olduğunu düşünüyorum. Film hem sergi hazırlıklarını da belgelemesi hem de sergi turuyla final yapması sebebiyle de unut(tur)ulan bir kadın ressamın hayat hikâyesi yerine bir hafıza projesinin dokümentasyonu olarak iz bırakıyor zihnimde. Ki bu da hafıza ve tarih yazımı arasında feminist pedagojiyi yeniden düşünmemiz için değerli bir örnek sunuyor.
Boşlukta
Kentsel dönüşüm projelerine dair yoğunluklu olarak şehrin hafızasını yerle bir olması ve soylulaştırma tartışılırken yönetmen Somnur Vardar, kamerayı, sektörün belki de en az konuşulanlarına, inşaat işçilerine çeviriyor. Filmde, dedeleri ve babaları gibi inşaatlarda duvarcılık yapan “Mardinli atanamamış öğretmen Ferhat ve kuzeni Emrah” hikâyenin odağında dursalar da asıl olarak inşaat işçilerinin çalışma ve barınma gibi temel hayat koşulları yakın plandan belgeleniyor.
Ödenmeyen ücretlerin, yorgunluktan haftalarca haberleşilemeyen ailelerin ve hayallerin konuşulduğu sohbetleri inşaatlar ve işçi barakaları arasında dolaşarak izleyiciye aktaran film, Türkiye’nin toplumsal yapılaşmasını da doğrudan gösteriyor: Soru-cevap bölümünde yönetmenin aktardığına göre Ferhat, yıllardır inşaatlarda çalışırken Kürt olmayan kimseyle karşılaşmamış.
Filmin toplumsal cinsiyet açısından en vurucu noktalarından biri de inşaat işçileri sendikasında yer alanlar dışında hiçbir sahnede kadın olmaması. Bu bağlamda, film, inşaat sektöründe kadınların beyaz yakalı işlerde çalıştıklarını ve sahanın erkek egemenliğini açıkça dile getirmeden aktarıyor.
Öte yandan, filmde tartışmalarını sıklıkla duyduğumuz ve Ferhat’ın da hayali olan Cezayir’e gidip çalışmak, inşaat sektörünün en bilinmeyen noktalarından biri olabilir. Bu tartışmalar hem Batı’ya doğru göçün inşaat işçileri için tersine hareketini hem de Cezayir’deki ücretlerin Türkiye’de bir iş kurmak için sermayeye dönüştürülmesi arzusuyla işçilerin inşaat sektöründen kurtuluş planını gösteriyor.
Böylelikle, Boşlukta, kentsel dönüşüm projelerinin en temel yapı taşı inşaat işçilerine odaklanarak kentsel planlamanın görünmeyen ya da başka bir ifadeyle görmezden gelinen işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının değerli bir belgelemesini sunuyor.
Kavur
Filmin tanıtım metninde, “Genç bir kadın, yönetmen Ömer Kavur’un filmlerindekine benzer bir yolculuğa çıkarsa tüm sıkıntılarının çözüleceğine inanır” cümlesini okuduğumda biraz şüpheyle yaklaştığım Kavur, yalnızlıkla ya da daha doğru ifadesiyle aidiyetsizlikle dertlenenlere sesleniyor. Filmde, yönetmen Fırat Özeler’in Ömer Kavur’un filmlerinden, röportajlarından ve hakkındaki yazılardan yola çıkarak hazırladığı metnin ana hattında ve çok az yer verilen röportajlarla, salt film yapma arzusunun beraberinde getirdiği bir yaşam irdeleniyor.
Bende “bir köşeye çekilip altını çize çize ve üstüne düşüne düşüne yeniden okuma” arzusu uyandıran metne yön veren görsel dil ve kurgu da aidiyet(sizlik) arayışını ve bu uğurda yapılan yolculuğu tüm olağanlıyla aktarıyordu. Heyecan, endişe, korku, yılgınlık, belki de boşvermişlik… Filmi izlerken arşiv ya da buluntu görsel olduğunu düşündüğüm mekânların, belgesel için özel olarak araştırılıp bulunduğunu ve filmde kullanılan görsellerin %80’inin de orijinal görüntü olduğunu soru-cevap bölümünde öğreniyoruz.
Filmin başka gösterimlerinde metni seslendirenlerin seçimine dair sert eleştirilerin geldiğini sonradan öğrendiğim Kavur, bence, varoluşla dertlenen az ama belki de öz bir kitleye sesleniyor. Çünkü film bir Ömer Kavur belgeseli sunmak yerine, Ömer Kavur’un hislerinin tahayyülü üzerinden bir hikâye anlatıyor.
Ulysses Çevirmek
“Ayaklı bir Kürtçe sözlük” olarak betimlenen Kawa Nemir’i merkezine alan filmde, Kürtçe’nin Türkiye’de verdiği varolma mücadelesi anlatılırken aslında bir sömürgecilik tarihi de izliyoruz. Bunun en temel göstergesi, Kawa Nemir’in İstanbul, Mardin ve Diyarbakır’da maruz kaldığı kurumsal ve toplumsal baskıların ardından yıllardır üzerinde çalıştığı James Joyce’un Ulysses kitabının Kürtçe çevirisini tamamlamayabilmek için Amsterdam’a iltica etmesi olabilir.
Yönetmenler Aylin Kuryel ve Fırat Yücel’in Kawa Nemir’i Amsterdam’da sık sık ziyaret ettiklerinde yaptıkları sohbetler ile arşiv görüntülerinin birleşiminden oluşan bir anlatı sunan film, soru-cevap bölümünde izleyiciler tarafından da dile getirildiği üzere zaman zaman odak kaybı hissi yaratıyor. Özellikle, Kawa Nemir’in Amsterdam’da mülteci olarak ev bulma sorunuyla yüzleştiği anlatıların net olmaması ya da yönetmenlerin Kawa Nemir olmadan Ulysses buluşmalarına katılmaları filmdeki anlatıyı bana yeniden düşündürttü. Ancak film, her haliyle, bir direniş hareketinin hafızasına değerli bir katkı sunuyor.
Düet
“Senkronize yüzme sporu sayesinde tanışmış iki yakın arkadaş ve düet partneri” Mısra ve Defne’nin 2020 Olimpiyatları’na hazırlanma sürecini mercek altına film, Türkiye’de spora yapılan yatırım ve kadın sporcu olma hallerinin farklı perspektiflerini tartışmaya açıyor. Mısra ve Defne’nin antremanlar ve yarışlarda kendilerinin çektikleri ve arşiv görüntülerinin birleşiminde yapılan kurguyla sadece iki genç kadının sporcunun hayatını ve sportif mücadelelerini değil, Türkiye’de spor dünyasının toplumsal cinsiyet ayrımcılığını da belgeliyor.
Yönetmenler İdil Akkuş ve Ekin İlkbağ, soru-cevap bölümünde, filmdeki dilin baştan düşünülmediğini; Mısra ve Defne’nin yüzme sporu ve kadınlık haliyle zaman içinde yaşadıkları değişim ve dönüşümün böyle bir anlatıyı ortaya çıkardığını belirtti. Bunun bir kurmaca değil organik olduğu da zaten filmin içinde anlaşılıyor. Film, böylelikle, kurduğu görsel dilin sadeliği içinde güçlü bir anlatıyla Türkiye’de kadın hareketini vurucu bir şekilde belgeliyor.
***
İstanbul Belgesel Günlerini tüm zorluklarına rağmen yıllardır devam ettirdikleri için tüm Documentarist programlama ve gönüllü ekibine mille mercis!
#beListeradından da anlaşılacağı üzere listeler oluşturabildiğiniz bir internet sitesi. Uzun zamandır aklımda vardı burada listeler hazırlamak ve sonunda başladım.
İlk listemi de içinde müzeoloji geçen TEDtalk konuşmalarından (Türkçe altyazılı) küçük bir seçki ile yaptım:
#MuseumWeek sona erdi! Geçtiğimiz hafta boyunca etkinliği MMKD adına Elif Koçak takip etti, etiketleri yaydı ve çok da güzel yaptı. Türkiye’den müzeler ve müze izleyicileri de etkinliğe katıldı. Peki nasıl?
#MuseumWeek tarafından hazırlanan dijital rapora göre Türkiye’den en popüler müzeler listesi ve paylaşımları şöyle:
Detaylara tıklayınca şöyle güzel bir not çıkıyor; diğer müzelerle konuşma oranı SIFIR.
Türkiye’de müzeler ne zaman birbirleriyle konuşacak?
Müzelerin attıkları tweetleri ve bu tweetlerin etkileşimini raporda detaylı incelemek için: Twitter Space
Serginin karşılama panosu, kentin ses(ler)inin, tek başına, bir kültür ve yaşam alanı olduğunu anlatıyor.
Kent bir taraftan yapısal olarak dönüşümler geçirirken buna paralel ses alanı da (soundscape) yıldan yıla değişiklik gösteriyor. Bu değişimi yakalamanın imkansızlığı bir yana, ses görsel dünyanın aksine daha henüz yeni gelişmekte olan bir akademik araştırma alanı.
Sergide 4 yerleştirme bulunuyor. Mimar, ses tasarımcısı, araştırmacı ve yazar gibi farklı uzmanlık alanlarından gelen bireylerin yer aldığı bir ekip çalışması. Çalışmalarda sesi hikayeleştirmek ve haritalandırmak hedeflenmiş.
Benim en sevdiğim iş sergi mekânının sonunda; İstanbul’un Sesleri. Pınar Çevikayak Yelmi tarafından projelendirilen ve interaktif haritasını Hüseyin Kuşçu’nun geliştirdiği bu çalışma aslında katılımcı bir proje ve soundscapeofistanbul.ku.edu.tradresinden erişim mümkün. Koç Üniversitesi’nde yürütülen bir doktora araştırmasının parçası olan bu çalışma, “günlük alışkanlıkların kentsel doku ile ilişkisini işitsel bir perspektif yoluyla kurarak, kültürel sesler konusundaki farkındalığı ve toplum bilincini artırmayı amaçlıyor.” (Sergi panosundan alıntı.)
Pek farkında olmasak da günlük hayatımızın ve kültürümüzün ayrılmaz parçaları olan sesler, somut olmayan kültürel miras açısından ise eşsiz bir öneme sahiptir. Kayıt altına alınmayan veya arşivlenmeyen sesler, ne yazık ki yok olup giderler. Yerleştirme özellikle İstanbul gibi dinamik bir şehrin yaşayışı, dolayısıyla da sesleri hızla değiştiği için şehrşn ses sembollerinin korunmasının, kültürel hafızanın ve kültürel kimliğin sürdürülebilirliği açısından önemşni ve gerekliliğini vurguluyor.
Sesler temalarına ve konumlarına göre gruplandırılmış. Dilerseniz interaktif harita üzerinde ilerleyerek İstanbul’un bir bölgesini seçiyorsunuz ve o bölgeye ait arşive eklenen sesleri görebiliyorsunuz ya da temaların altında din, eğlence ve boş zaman, yemek-içmek, festivaller ve etkinlikler, zanaat, sokaktaki meslekler, doğa ve ulaşım gibi başlıklardan birini seçiyorsunuz. Haritada o sesin nerede kaydedildiği yine görünüyor. Kendi mahallemi seçtim ben, Erenköy, etkinlik sesini tıkladım ve içerisi bir anda 10. Yıl marşıyla doldu. 19 Mayıs kutlamalarının kaydıymış meğer. En son kullanıcı neyi seçerse o ses sonsuz tekrarda kaldığı için mekândan çıkmadan durumu kontrol altına almakta fayda var. (Neyi açık bıraktığımı tabii ki söylemeyeceğim.)
soundsslike.com üzerinde çok hızlı ve kolay bir şekilde hesap açarak kentliler de kendi ses kayıtlarını arşive ekleyebiliyorlar. Bugün akıllı telefonlar aracılığıyla hepimiz, her gün, sürekli, kayıt alıyorken ve kayıt altındayken arşivin bu tür katılımcı bir stratejiyle büyüyeceğine inanıyorum.
Mekâna bir de kısa bir anket yerleştirmişler. Sorular arasında en sevdiğim “sizce İstanbul’un sesleri nelerdir?” oldu. Ezan, yazdım ben. Sonra niye böyle bir şey çıktı diye düşündüm. Sanırım Türkiye dışında yaşadığım için, İstanbul’da olduğumu en çok ezan seslerinden hatırlıyorum. Bir de kış aylarının eski sesi geldi aklıma; bozaaAAA! (“Kafamda Bir Tuhaflık” kitabını anmadan olmaz bu noktada.) Nereden hatırladım bilmiyorum, muhtemelen sokak satıcılarından düştü zihnime, çocukluğumda arabalarda reklam müzikleri çalardı, onu da yazdım: ay-gaz dını-dın.
İnsan en zor sesleri hatırlıyor. Bir daha görüşülemeyecek bir yakının sesini hatırlamaya çalışmak örneğin. Ne dediğini kelimesi kelimesine söyleyebilmek ama o sesi, o tonlaması. Hiç beklenmedik bir anda, öylesine yapılmış bir kayıtta kulağınıza iliştiğinde ve de… Kentin sesleri de tüm bunlardan farklı düşünülebilir mi? “Günlük Sesler” sergisi, şehirde oradan oraya koştururken hepimizin işittikleri, kapalı bir mekânda yeniden duyunca hatırladıklarımız. Aslında.
Sergiyi PATTU tasarlamış. Nedense sergi künyesinde sergi kurgusu ve tasarımı olarak geçiyorlar, ancak küratör olarak anılmıyorlar. Projeye danışmanlık yapan bir ekip var, ama kimse küratör olarak künyede yer almamış. Bunun sebebini çok merak etsem de bu bambaşka bir konu. Sonraya bırakıyorum.
Bir de İstanbul’un seslerinden bahsetmişken, birkaç sene önce Documentarist’te izlediğim şu kısa filmi, “Ben Geldim, Gidiyorum“, yazının sonuna, meraklısına, iliştiriyorum.
Masumiyet Müzesi sesli rehberinden tadımlık…
Müzeyi romanı okuduktan çok sonra ya da romanı okumadan önce gezenler için hatırlatıcı / bilgilendirici bir rehber.
A very small piece of Museum of Innocence audioguide, narrated by Orhan Pamuk… A reminder / informative guide for those who visit the museum after a long time that they have read the book or who have not yet read the book.
(Audioguide in English is available at the museum)
This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Cookie settingsACCEPT
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are as essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.