Efsaneleşen televizyon dizisinin arkasındaki yaratıcı sürece mercek tutan bir sergi… // An exhibition concentrating on the creative process behind the cult tv show…
New York’ta bulunan the Museum of the Moving Image, Matthew Weiner’s Mad Men başlıklı sergiyle, efsaneleşen televizyon dizisinin arkasındaki yaratıcı sürece mercek tutuyor.
The Museum of the Moving Image in New York concentrates on the creative process behind the cult tv show with their exhibition entitled as Matthew Weiner’s Mad Men.
Don Draper’ın ofisi ve Draperların mutfağı gibi dizinin büyük ölçekte sergilenen setleriyle birlikte kostümler, videolar, reklamlar ve dizinin yaratıcısı Matthew Weiner’ın kişisel notlarıyla zenginleştirilen sergi, dizinin anlattığı döneme, o dönemin içinde yaşayan karakterlere derin bir bakış içeriyor.
Displaying large-scale sets including Don Draper’s office and the kitchen from the Draper’s home, costumes, videos, advertisments, and personal notes from series creator Matthew Weiner, the exhibition presents a deep look into the era that tv show is narrating, and the characters who lived in that period.
Müze aynı zamanda diziye ilham sağlayan ve Weiner tarafından seçilen bir film programı gösterimi de yapıyor.
The Museum presents also a film series featuring movies that inspired the show, and selected by Weiner.
Popüler kültür de bir kültürel miras ne de olsa, öyle değil mi?
After all, popular culture is also a part of cultural heritage, isn’t it?
For a very long time, migration was often represented in museums by displaying suitcases which can be considered as a romantic representation of migrants: “They pack their little lives” in a suitcase and leave for a foreign country. In many museum displays, suitcases stand for the good old days, but also for poverty and for the hope for a better life. Furthermore, instead of presenting migrant groups by a variety of themes such as their struggles, achievements, and goals, museums preferred to link migration to the national history, emphasizing the concept of multiculturalism. Thus, a picture of different people living together happily was drawn. The basic problem with this picture is that it doesn’t reflect the change in time and space. For instance, today, the terminology of “migrant” is mostly replaced with “citizen with migration origin”, which shows us the importance of rethinking how to display migration in museums. In this conceptual framework, this workshop aims to discuss the museological and curatorial experiences in the Federal German Migrant Women Association’s (GKB) Bibliothek der Generationen Project housed in the Historical Museum Frankfurt, which aims to archive the history of migrant women in the perspective of documenting their struggles through the years, achievements in the present day, and goals for the future.
GKB was founded in 2005 in Frankfurt and then expanded to more than 25 cities and promotes the idea of socialization and integration of migrant women in Germany. The women, coming from different geographies in Turkey, present diverse ethnical and religious identities. They participate or organize demonstrations, hand out pamphlets, conduct close relationships with other institutions, and cooperate to further common interests. In this manner, Bibliothek der Generationen Project aims to archive individual stories in various forms, such as short story book, chore recording, annual activity calendar, 10th year anniversary book, friendship book, paintings, and hand crafts in order to enable new migration narratives, which are beyond “a tiny suitcase full of frustrations and hope.” Archival materials, produced after following a series of workshops, are basically instruments for women to tell their own stories beyond dissatisfaction, desire, homeland, abroad, homesickness, problematic encounters with citizens of hosting countries, road trips to homeland, letters, diaries, smell of black tea, etc. The project, kicked off in June 2014, includes two participatory exhibitions as well: “ABC of Migrant Women Association: A Female Dictionary” (Cologne, 2015; Frankfurt, 2016; İstanbul, 2016; Berlin, 2017) and “World from Female Perspective!” (Berlin, 2017).
Geçenlerde bir arkadaşımın kızı Paris’te ilkokula gidiyor, onunla telefonla konuşurken Türkiye’deki özel okul fiyatlarından bahsettik ve konu yurt dışında çocuk okutmaya geldi. Meğer Avrupa’da da her şeyi devlet okulları çözemiyormuş. Ebeveynler son yıllarda çocuklarını daha çok özel okullara yollamaya başlamışlar. İyi özel okulların fiyatları İstanbul’dakilerle kıyaslanamayacak kadar düşük olsa bile, bekleme listeleri varmış. Paris’te yaşayan arkadaşım da ilkokul 3. sınıfa geçen kızı için bir özel okula başvurmuş. Sohbete dahil olan herkesin, üstelik hem Türkiye’de hem de Fransa’da, ücretsiz/burslu aldığı eğitim programlarını hatırlatıp durum analizine başladı: “Fransa eğitim sistemi çöktü.”
Şöyle ki: Geçtiğimiz yıllarda, devlet bütçesinin yetersizliği nedeniyle bazı kesintiler yapılacağı duyurulmuş. Bilin bakalım kesintiyi nerede yapmayı uygun görmüş Fransız politikacılar? Bingo! Öğretmen maaşlarında. Sonra ne olmuş? Düşük maaşlar nedeniyle insanlar öğretmen olmak istemiyormuş, mevcut öğretmenler de daha fazla para kazanabilecekleri işler arıyormuş. Bitmedi. Devlet okullarında öğretmen sıkıntısı nedeniyle boş geçen dersleri doldurmak için Fransızlar bir çare bulmuş: “Sınıfları birleştirelim!”
15 kişiyi geçmeyen sınıfları diğer sınıflara dağıtıyorlarmış. Türkiye’den bildiğimiz, bir öğretmenin eğitim verebileceğinden fazla çocuk içeren sınıfları hatırladım. Sınıflar kalabalıklaşıyor, öğretmenlerin işi daha da zorlaşıyor. Arkadaşım dedi ki: “Keşke sadece öyle olsa. Kayıt az olunca, 2. ve 3. sınıfların müfredatı birbirine yakın diye onları da birleştiriyorlar. Bir sınıfta hem 2. hem de 3. sınıf öğrencilerine ders anlatıyor öğretmen. Köy okulu gibi!”
İtiraf etmeliyim ki, Paris’in nezih bir semtinde mahalle okuluna çocuğunu gönderip köy okulu eğitimi almak benzetmesine çok güldüm. Benzetmenin sebebi sınıfsal bir aşağılama değil; Türkiye’den aşina olduğumuz dışlayıcı eğitim politikasına yapılan göndermeyle Fransa eğitim sisteminin güncel halini özetlemek. Bilindiği üzere, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde, özellikle Kürt nüfusun yaşadığı köylerde, devlet eğitimi ya birkaç köyün çocuklarının yatılı okuduğu bölge okullarında verilir ya da köye bir öğretmen atanır ve yaşları fark etmeksizin köyün bütün çocuklarına, tek bir sınıfta, farklı dersler anlatılır. Dolayısıyla, “farklı yaş—aynı sınıf” politikasının dışlayıcılığı, daha en başta, çocukların eşit eğitim hakkının devlet tarafından ihlal edilmesiyle başlıyor.
Burada bir parantez açarak bahsetmek isterim, Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki eğitim sistemine dair yaygın toplumsal kampanyalar, çoğunlukla, mevzunun sadece toplumsal cinsiyet politikalarına odaklanmıştır. Örneğin, “Baba Beni Okula Gönder” kampanyası. Kız çocuklarının zorla evlendirilmeye maruz kalmaması, metalaştırılarak sözde “başlık parası” adı altında satılmaması ve daha da önemlisi, kendi geleceğini tayin etme hakkına sahip olmalarını hedefleyen bu kampanyada ne eksik? Kesişimsel feminist perspektif; yani, bu kız çocuklarının okula gönderilmemesini sadece ataerkil toplumsal cinsiyet normlarıyla değil, bölgenin etnik kimliği ve yaşam koşullarıyla da birlikte ele almalıyız. Örneğin, anadil, ulaşım şartları ve iş pazarı gibi belirleyici diğer faktörlerle bir bütün olarak analiz edilmeli.
Bu bağlamda, Türkiye’nin eğitimde fırsat eşitsizliğine ve dilin politikasına dair eleştirel bir bakış sunan, 2008 yapımı, İki Dil Bir Bavul filmini anmadan geçemeyeceğim.
Denizlili bir öğretmenin Şanlıurfa’nın Demirci köyündeki bir yılının öyküsü. Öğretmen Kürtçe bilmez, çocuklar Türkçe. Öğretmen ilk kez gördüğü bu coğrafyada, müfredatın ona emrettiğini uygulamaya çalışır, ama bölgenin kendi gerçeklikleri vardır.
Filmdeki ufacık bir kızın kıvrandığı sahnelerde gördüğümüz gibi, tuvalete gidebilmek için izin alınması gerektiğini öğrenmeleri yetmez mesela; “Tuvalete gidebilir miyim?” sorusunu Türkçe olarak söylemeyi de öğrenmeleri gerekir. Okul çağına kadar kullandıkları dil orada yasaklıdır, sınıfta Kürtçe konuşmanın cezası tek ayak üzerinde tahtada dikilmektir.
Neoliberal Ekonomiyle Tanışan Fransa: Eğitimde Kapsayıcılık OUT / Özel Okullar IN
Konuya doğrudan geri dönersek, Fransız siyasetçiler devlet bütçesini nasıl arttırırız demek yerine eğitim kaynaklarını rahatlıkla kısabilmişler. İnsan merak ediyor: Misal, açık kaynaklardan ulaşmaya çalışsak ve Fransa’nın savunma bakanlığı bütçesi ile öğretmen maaşı kesintilerini karşılaştırsak nasıl bir oran görürüz? Arkadaşımın durumu özetlemek için yaptığı “köy okulu” benzetmesi de bunu anlatmayı amaçlıyordu. Yani, Fransa’nın eğitimde kapsayıcı politikadan artık göz göre göre vazgeçmiş olmasını.
Lakin, Avrupa’da özel okullar ile İstanbul’da alışık olduğumuz Fransız kolejleri bir değil. Örneğin, göçmen ebeveynler arasında yeni bir bilgi akışı trafiği başlamış: Hangi özel okul dinî eğitim vermiyor? Bu, böyle sorunca, kulağa İslamî muhafazakâr geliyor ama durum biraz tersten. Paris’teki başarılı özel okullar çoğunlukla Katolik (a.k.a. özel imam hatip) okullarıymış. Dolayısıyla, göçmen ebeveynler, bu okullarda, çocuklarının hem seküler eğitim alamayacaklarından hem de sahip oldukları farklı kimlikler sebebiyle ayrımcılığa uğramalarından endişe ediyorlar. Bir veli anlatmış, eşi Cezayir kökenliymiş ve oğlunun bunu bilen arkadaşları bir gün çocuğa şöyle sormuş: “İsrail’i mi, Filistin’I mi tutuyorsun?” Avrupa futbol kupasından etkilenen oğlu, neyse ki, futbol takımı soruyorlar sanmış. O zaman geldik mi ortak soruya: “Ben çocuklarımı bu tartışmalardan uzak nasıl büyüteceğim?”
Bitirirken, Fransa’da (modern) eğitim kültürünün, ayrıcalıklı sınıftan olmayanların da okuyup çalışarak sınıf atlayabilme imkânı sunmasıyla övündüğünü belirtmek isterim. Pierre Bourdieu, reproduction sociale (Toplumsal Yeniden Üretim) kavramıyla toplumsal sınıf farklılıklarının eğitim aracılığıyla nasıl yeniden üretildiğini açıklıyordu. Ancak aynı zamanda, eğitimin, bireylere sosyal mobilite imkânı sunarak sınıf atlama fırsatı yarattığını da vurguluyordu. Hiç unutmam, Erasmus değişim programıyla Amiens’e gittiğimde, bize Fransız Medeniyeti öğreten hocamız, Fransa’yı övmelere doyamadığı bir noktada hararetle sözünü noktalamıştı: “Benim babam çiftçiydi, ben öğretmen oldum.”
Alli Burness kendini, sık sık seyahat eden ve müzeler üzerine yazılar yazan kişi olarak tanımlıyor. Farklı müze projelerinde içerik geliştirici olarak görev alan Alli, Avustralya, Avrupa ve Güney Amerika’daki müze seyahatleri sırasında Museum Selfies (Müze Özçekimleri) projesini geliştirmiş.
Alli Burness is a traveling museum writer. She works in various projects as content developer and during her travels in Australia, Europe and South America, she develops the idea of Museum Selfies project.
Son zamanlarda hızla popülerleşen selfie – özçekim fotoğrafların müzelerdeki yansımalarını Tumblr sayfasında bir araya getiren Alli, aynı zamanda bu popülerleşme sürecini incelediği bir yüksek lisans çalışması da yürütüyor.
She gathers together recently popularized selfies in museums on Tumblr, and also conducts a MA research through interrogating the popularization of museum selfies.
Müze özçekimlerine bakmak. Sanat, özçekimler için duvar kâğıdı haline mi geldi?
Looking at the museum selfie. Has art become wallpaper for selfies?
Müze özçekimleriyle birlikte müzelerde çekilen Vine kısa videolarını da inceleyen Alli, sosyal medyanın son yıllardaki fenomen oluşumları üzerine odaklanarak müze ziyaretçi davranışlarına çok spesifik bir açıdan yaklaşıyor.
In addition to museum selfies, Alli reviews Vine short video shots in museums, and by focusing on popular social media platforms, she approaches to museum visitor behaviours in a very narrow angle of view.
Eserlerin kendi özçekimleriymiş gibi kurgulanan fotoğrafları, ziyaretçilerin özçekimlerinden daha eğlenceli buldum ben. Suratlarına farklı bir ifade (insani bir ifade) gelmemiş mi gerçekten?
I find the artworks’ selfiesmore entertaining rather than visitor selfies. Don’t their faces have a different (human) expression now?
Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi‘nin dördüncü sergisi, “Dikkat! Kaygan Zemin”,Yelta Köm‘ün küratörlüğünde hazırlandı ve geçtiğimiz aylarda İstanbul Modern’de açıldı. Serginin bloguna kültür-kent-mimarlık-müzeler ve aktörler ilişkisi üzerine yazdım.
“Ellenmez, koklanmaz bir mimarlık kültürü nasıl üretilir ki tüketilebilen bir “şey”e dönüşür? “Dikkat! Kaygan Zemin” sergisi tüm bunların – ve bunların diğer kültür alanlarındaki izdüşümlerinin – konuşulmasını amaçlayan bir başlangıç noktası sunuyor izleyiciye.”
Geçtiğimiz yaz, PUNK: Chaos to Couture sergisini (9 Mayıs-14 Ağustos 2013) Metropolitan Müzesi’nde gezme şansım olmuştu ve bir dönemin asi ruhunun müze duvarları içinde kabul görmesini etkileyici bulmuştum. Sergi salonunda görüntü almak yasaktı, ama tabii ki müze detaylı yayınlarıyla bu durumun telafisini sunuyor.
Sergide dönemin ruhu yerleştirmelerle anlatılırken, hauture couture dünyasının bilinen isimlerinin PUNK kültürünü yansıtan moda tasarımlarına yer verilmiş.
Küratör Andrew Bolton, aşağıdaki videoda, serginin ortaya çıkış sürecini ve hedeflerini anlatıyor; Punk kültürü “do-it-yourself” (kendin yap) konseptiyle, hauture couture “made-to-measure” (ısmarlama yapılmış elbise) konsepti arasındaki ilişkiyi tartışıyor.
Last year, I had chance to visit PUNK: Chaos to Couture exhibition (May 9–August 14, 2013) at the Metropolitan Museum and the displayment of the disobedient spirit of an epoch was really stunning. In exhibition halls, taking photo was not allowed, but the museum, through posting diversified photo galleries and videos, recompenses this lack.
The spirit of the epoch was visualized through installations, and well known haute couture designers’s figures are hosted.
Here, curator Andrew Bolton talks us about the exhibition background and discusses the relationship between the punk concept of “do-it-yourself” and the couture concept of “made-to-measure.”
Pera Müzesi’nin yeni yıl mesajını gördüğümde aklıma tek bir soru takıldı: Kadınlar nerede?
Şimdi biri çıkıp diyebilir tabii, baksana ne güzel fotoğraf, adamlar ne de güzel eğleniyor, neşeleri de fotoğraftan taşıyor. Hakkıdır. Yeni yıl mesajı gönderirken neşeli olmak şarttır. Peki ya kadınlar?
Görselin bir önemi olduğunu düşündüm sonra. Ancak gönderilen e-bültende görsele dair herhangi bir künye bulamadığım için o önemi de çözemedim ilk bakışta. Üşenmedim. Görseli Google’da araştırdım. Hürriyet’te çıkan bir haberde yazdığına göre görsel Yapı Kredi Bankası S. Giz Koleksiyonu’na ait. Haber Ekim 2014’te yayınlanmış. Daha sonra İAE Fotoğraf Koleksiyonu’na mı geçti, yoksa bu haberdeki künye bilgisi mi yanlış, onu da kesin olarak bilemiyorum tabii. Kısaca, görsel ve Pera Müzesi arasında doğrudan bir bağlantı bulamadım.
Bu görselin beni rahatsız ettiği tek nokta, en başta söylediğim gibi, kadınların olmayışı. Açıkçası, dürüst olmak gerekirse, sırf kadınların güldüğü bir görsel kullanılsaydı da bu türden, erkekler nerede gibi, bir düşünce gelecek miydi aklıma bilmiyorum. Yine de bir durur düşünürdüm muhtemelen. Bu görsel niye seçildi? Müze yeni yılımı bu görselle kutlarken ne demek istiyor? Ne de olsa iletişim denilen dünyada gönderilen her mesajın (görsel ya da metin) bir anlamı var. Değil mi? Sadece, yeni yıl tebriği e-bülteni gönderildi mi, evet, gönderildi, olamayacak kadar önemli bir konu. Müzenin izleyiciyle doğrudan temas ettiği bir nokta; sözünü, derdini doğrudan ilettiği. En az yeni serginin ilk duyuru görselinin seçilmesi kadar önemli. Daha az değil.
This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Cookie settingsACCEPT
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are as essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.