#MMKDRöportajlar serisi başladı! İlk röportaj benden; Mardin Müzesi Müdürü Nihat Erdoğan ile güncel çalışmaları üzerine konuştuk. İlk fırsatta ziyaret etmeyi en çok istediğim (kent ve) müze.
#MMKDRöportajlar serisi başladı! İlk röportaj benden; Mardin Müzesi Müdürü Nihat Erdoğan ile geçtiğimiz haftalarda galası yapılan ve kentin somut olmayan kültürel mirasına odaklanan filmleri “Mardin’in Sesleri”nden yola çıkarak müzenin güncel çalışmalarını konuştuk: “Şu anda teşhir ve tanzim yenileme çalışmaları yapılan ve Nisan 2016′da kapılarını yeniden ziyaretçilerine açacak olan Mardin Müzesi, kentliyle yakın ilişkiler kuran, hem kentin hem de bölgenin kültürel çeşitliliğinin altını çizen, farklı kültürlerin bir aradalığının zenginliğini vurgulayan; “özetle, geçmişin özümlenerek bugünün kavrandığı ve geleceğin kurgulandığı bir kurum olarak hizmetlerine devam edecektir.””
Serginin karşılama panosu, kentin ses(ler)inin, tek başına, bir kültür ve yaşam alanı olduğunu anlatıyor.
Kent bir taraftan yapısal olarak dönüşümler geçirirken buna paralel ses alanı da (soundscape) yıldan yıla değişiklik gösteriyor. Bu değişimi yakalamanın imkansızlığı bir yana, ses görsel dünyanın aksine daha henüz yeni gelişmekte olan bir akademik araştırma alanı.
Sergide 4 yerleştirme bulunuyor. Mimar, ses tasarımcısı, araştırmacı ve yazar gibi farklı uzmanlık alanlarından gelen bireylerin yer aldığı bir ekip çalışması. Çalışmalarda sesi hikayeleştirmek ve haritalandırmak hedeflenmiş.
Benim en sevdiğim iş sergi mekânının sonunda; İstanbul’un Sesleri. Pınar Çevikayak Yelmi tarafından projelendirilen ve interaktif haritasını Hüseyin Kuşçu’nun geliştirdiği bu çalışma aslında katılımcı bir proje ve soundscapeofistanbul.ku.edu.tradresinden erişim mümkün. Koç Üniversitesi’nde yürütülen bir doktora araştırmasının parçası olan bu çalışma, “günlük alışkanlıkların kentsel doku ile ilişkisini işitsel bir perspektif yoluyla kurarak, kültürel sesler konusundaki farkındalığı ve toplum bilincini artırmayı amaçlıyor.” (Sergi panosundan alıntı.)
Pek farkında olmasak da günlük hayatımızın ve kültürümüzün ayrılmaz parçaları olan sesler, somut olmayan kültürel miras açısından ise eşsiz bir öneme sahiptir. Kayıt altına alınmayan veya arşivlenmeyen sesler, ne yazık ki yok olup giderler. Yerleştirme özellikle İstanbul gibi dinamik bir şehrin yaşayışı, dolayısıyla da sesleri hızla değiştiği için şehrşn ses sembollerinin korunmasının, kültürel hafızanın ve kültürel kimliğin sürdürülebilirliği açısından önemşni ve gerekliliğini vurguluyor.
Sesler temalarına ve konumlarına göre gruplandırılmış. Dilerseniz interaktif harita üzerinde ilerleyerek İstanbul’un bir bölgesini seçiyorsunuz ve o bölgeye ait arşive eklenen sesleri görebiliyorsunuz ya da temaların altında din, eğlence ve boş zaman, yemek-içmek, festivaller ve etkinlikler, zanaat, sokaktaki meslekler, doğa ve ulaşım gibi başlıklardan birini seçiyorsunuz. Haritada o sesin nerede kaydedildiği yine görünüyor. Kendi mahallemi seçtim ben, Erenköy, etkinlik sesini tıkladım ve içerisi bir anda 10. Yıl marşıyla doldu. 19 Mayıs kutlamalarının kaydıymış meğer. En son kullanıcı neyi seçerse o ses sonsuz tekrarda kaldığı için mekândan çıkmadan durumu kontrol altına almakta fayda var. (Neyi açık bıraktığımı tabii ki söylemeyeceğim.)
soundsslike.com üzerinde çok hızlı ve kolay bir şekilde hesap açarak kentliler de kendi ses kayıtlarını arşive ekleyebiliyorlar. Bugün akıllı telefonlar aracılığıyla hepimiz, her gün, sürekli, kayıt alıyorken ve kayıt altındayken arşivin bu tür katılımcı bir stratejiyle büyüyeceğine inanıyorum.
Mekâna bir de kısa bir anket yerleştirmişler. Sorular arasında en sevdiğim “sizce İstanbul’un sesleri nelerdir?” oldu. Ezan, yazdım ben. Sonra niye böyle bir şey çıktı diye düşündüm. Sanırım Türkiye dışında yaşadığım için, İstanbul’da olduğumu en çok ezan seslerinden hatırlıyorum. Bir de kış aylarının eski sesi geldi aklıma; bozaaAAA! (“Kafamda Bir Tuhaflık” kitabını anmadan olmaz bu noktada.) Nereden hatırladım bilmiyorum, muhtemelen sokak satıcılarından düştü zihnime, çocukluğumda arabalarda reklam müzikleri çalardı, onu da yazdım: ay-gaz dını-dın.
İnsan en zor sesleri hatırlıyor. Bir daha görüşülemeyecek bir yakının sesini hatırlamaya çalışmak örneğin. Ne dediğini kelimesi kelimesine söyleyebilmek ama o sesi, o tonlaması. Hiç beklenmedik bir anda, öylesine yapılmış bir kayıtta kulağınıza iliştiğinde ve de… Kentin sesleri de tüm bunlardan farklı düşünülebilir mi? “Günlük Sesler” sergisi, şehirde oradan oraya koştururken hepimizin işittikleri, kapalı bir mekânda yeniden duyunca hatırladıklarımız. Aslında.
Sergiyi PATTU tasarlamış. Nedense sergi künyesinde sergi kurgusu ve tasarımı olarak geçiyorlar, ancak küratör olarak anılmıyorlar. Projeye danışmanlık yapan bir ekip var, ama kimse küratör olarak künyede yer almamış. Bunun sebebini çok merak etsem de bu bambaşka bir konu. Sonraya bırakıyorum.
Bir de İstanbul’un seslerinden bahsetmişken, birkaç sene önce Documentarist’te izlediğim şu kısa filmi, “Ben Geldim, Gidiyorum“, yazının sonuna, meraklısına, iliştiriyorum.
A very short video about how a statue might be packed, unpacked, and installed.
On August 4, 2016, a monumental statue of Athena Parthenos (ca. 170 B.C.) from Pergamon was installed in The Met’s Great Hall. A special loan from the collection of the Pergamon Museum in Berlin, the statue will remain on display in the Great Hall for two years.
Peki, Zeki Müren de bizi duyacak mı? projesini gördüğümden beri bir heyecan bende. Zeki Müren üzerine bir belgesel çalışmasının heyecanı şu köşede dursun, o telefon hattı nasıl mucizevi bir topluluk yönetimi aracıdır, ben onu düşünüyorum. Tabii ki müzeler nasıl kullanabilir diye.
Bir kere sergilere dair görüş toplamak için kullanılabilir. Bir nevi sesli ziyaretçi defteri. “Müzeden çıkmadan şu numarayı arayıp görüşlerinizi belirtin” gibi bir yönlendirmeyle mesela. Hatta belki müze dükkânında indirim vs. sağlayarak teşvik ederek. Sonra o sözleri al, pazarlama-iletişim çalışmalarında kullan. Daha samimi bir metin yazılabilir mi!
Benzer şekilde bir “call center” hattı olabilir; şikayetler ve talepler biriktirilebilir. Böylelikle resepsiyona iletilen, daha sonra da aciliyet sıralamasına göre üst mercilere çıkartılan mesajlar kaybolmamış olur.
Hatta müzeye yerleştir böyle bir telefon, insanlar arasınlar hemen. Hani bankalarda ATMlerin yanında durur ya, onun gibi. Yazmaya üşenenler de kazanılmış olur hem.
Bu arada belirtmem gerekir ki bu bilgi toplama aracının altyapısını henüz incelemedim. Yani kullanma koşulları nedir ve ya ne kadar esnektir bilemiyorum.
Aklıma takılan, bence en temel sıkıntısı, veriyi doğrulama şansının çok düşüklüğü. Eğer arayanın kaydı tutuluyorsa, yani karşı taraftan bir telefon numarası bırakılması talep ediliyorsa, o numaradan geri arayıp kısa bile olsa bir sohbet vasıtasıyla bazı kritik noktalar aydınlatılabilir. Yoksa malum, “troll gibi troll” olmak yaşadığımız yüzyılın en önemli karakteri.
İkincisi, akademik çalışmalarda bir yöntem olarak kullanılması. Burada yine temeldeki veriyi doğrulama soruma dönüyorum. Bu proje kapsamında anlatılan, en azından şimdiye kadar aktarılan, hikâyelerden bağımsız söylüyorum tabii bunu. Ben hâlâ wikipedia’nın kaynak olarak gösterilmesine alışamadım, “bir dinleyicinin tanıklığı” tek kaşımı kaldırır benim. Kesin. Bu, benim muhafazakarlığım da olabilir tabii.
Beni heyecanlandıran noktasına yeniden gelirsek, bir bilgi toplama aracı olarak yalınlığı. Bir yere gitmeye gerek yok, bir form doldurmanız istenmiyor ve bugün hepimiz, ama istisnasız hepimiz, telefon kullanıyoruz.
Proje hızla yayıldı ve eminim ki daha da geniş katılımlar olacak. Sonucu merakla bekliyorum.
Benim maalesef Zeki Müren’le ilgili bir anım yok, ama bir alıntım var. Belki telefon açıp onu okurum.
Bundan yıllar önce, Zarif ve Dinen Makbûl‘e dair ilk düşünceler zihnimde belirmeye başladığında, araştırma sorumun ham hali şuydu: siyasi muhafazakârlıktaki değişim nasıl oluyor da muhafazakâr hayat tarzları üzerinde hızlı bir dönüşüme yol açıyor?
s. 157
ODTÜ’de yürütülen doktora araştırmasına dayanan bu kitapta, araştırmacı Aksu Akçaoğlu, Ankara’nın tek bir semtine odaklanarak Çukurambar’da, makbûl muhafazakâr vatandaşın izini sürüyor. Zarif ve Dinen Makbûl: Muhafazakâr Üst-Orta Sınıf Habitusu başlıklı çalışma, İslâmcılık ve muhafazakârlık arasındaki geçişken ilişkiyi içeren literatür tartışmasıyla birlikte, ilk olarak, kavramları tanıtıyor.
Kısacası, muhafazakârlık-İslâmcılık ayrımı sentetiktir. İslâmcılık muhafazakârlığın Türkiye’de bürüntüğü formlardan biri olup yakın bir geçmişe kadar meşru muhafazakârlık sınırlarının dışında kalmıştır. AKP’nin kurulmasıyla İslâmcı muhalefet düzenle bütünleşmekle kalmadı, aynı zamanda meşru muhafazakârlığın tanımını, İslâmcılığı kapsayacak şekilde genişletti. Dolayısıyla, çalışma boyunca muhafazakârlık kavramını kullandığımda, İslâmcılıktan farklı bir görüşü değil, İslâmcılığı da kapsayan daha genel bir siyasi görüşü kastediyorum.
s. 19
Çukurambar’daki değişimi gözlemleme gayesi tabii ki tesadüfi bir istek değil. Araştırmacının sunduğu Türkiye yakın dönem siyaset tarihine dair mahallenin sosyo-ekonomik tasfirinin ardından öğreniyoruz ki, AK Parti milletvekilleri, 2002’deki seçimleri takiben, Çukurambar’a taşınıyor ve bu da eski bir gecekondu mahallesi olan bölgenin sınıfsal değişimini hızlandırıyor.
Mahalledeki vekil yoğunluğu, Çukurambar’daki dönüşümü daha da hızlandırdı. Mahallenin alt yapı ve yol sorunları hızlı bir şekilde giderildi. Buna ek olarak, belediye mahalledeki binalar için getirdiği kat sınırını artırma kararı aldı. 2002 öncesi inşa edilmiş ve genelde on katı geçmeyen apartmanlarla karşılaştırıldığında, yeni çok katlı binalar mahalledeki nüfus yoğunluğunu arttırdı.
s. 73
Çalışmanın zemini etnografik veriye dayanıyor. Bourdieu’nün habitus kavramını çok sık görülmeyen bir kentsel araştırma yöntemi olarak kullanan araştırmacı, sahayla, mahallede Mesnevi sohbetlere ve ney kurslarına katılarak ilişkileniyor.
Yabancısı olduğum muhafazakâr orta sınıfların sosyal hayatlarını yakından gözlemlemekle kalmadım, ayrıca bu hayata katılımımı da incelemeye dâhil ettim. Böylelikle, muhafazakâr habitus araştırmamın hem konusu hem de yöntemine dönüştü.
s. 54
Araştırmanın en ilginç yanlarından biri uygulanan etnografik yöntem. Habitus, Bourdieu’ye göre kişinin her yere birlikte taşıdığı bavuludur. Toplumu ekonomik ilişkilenme üzerinden incleyen Bourdieu’ye göre, bavulumuzu sahip olduğumuz sosyal, ekonomik ve kültürel sermayeler oluşturur. Buna göre, araştırmacının kendi habitusunu katılımcılık ötesinde araştırma konusunun faili olarak incelemeye dâhil ettiğini görüyoruz. Başka bir ifadeyle, bireyin, araştırma konusu olan habitusu nasıl edindiğini kişisel deneyimiyle inceliyor.
Etnografik bir araç olarak habitus, aslında katılımlı gözlemcilikle benzeşir. Fakat, katılımlı gözlemcilik, yerlinin bakışıyla gözlem yapmanın önemini vurgularken, habitus düşünümsel bir şekilde gözlemlenmek üzere, katılımı etnografik araştırmanın merkezine taşır. Bu nedenle, habitusu temel alan bu etnografik yöntem, gözlemci katılımcılık olarak adlandırılabilir.
s. 56
Yaptığı bir dizi literatür araştırması, gözlem, katıldığı eylem ve mülâkatlar sonunda araştırmacı, günümüz makbul üst-orta sınıf muhafazâkarın dini hasssasiyetlerle belirlenen tüketim alışkanlıklarından yola çıkarak tanımını yapar. Araştırmacıya göre bu tanım yeni bir kimlik inşaası içermemekle birlikte, kitlesel tüketim alışkanlıklarına dinen makbûl bir biçim verilmesidir.
Bugünün makbul muhafazakârı her şeyden önce, ekonomik ürünlerle kurulan yeni bir ilişkinin ürünüdür: Lüks sitelerden alınan ve gösterişli bir şekilde döşenen daireler, rengârenk tesettür estetiği ve beden fetişizmi, rafine damak tadı arayışı ve çocukların eğitimi için ayrılan büyük bütçeler muhafazakârların ekonomik ürülerle kurdukları yeni ilişkileri temsil eder.
s. 109
Son olarak, bu araştırma, okuyucuya, gerçek müslüman kimliği, muhafazakâr yaşam ve kapitalizm eleştirisi, lüks tüketimin islâmdaki yeri ve muhafazakâr yaşamla şekillenen siyasi görüş tartışmalarına dair zengin bir içerik sunuyor. Örneğin, üst-orta sınıf muhafazakâr habitusun nasıl oluştuğunun izlerini süren araştırmacı, görüşmecilerinin hepsinin AK Parti döneminden memnun olduklarını belirtiyor.
Sahada neredeyse herkesten duyduğum ortak şikâyet, AKP öncesi sosyal hayatta maruz kalınan laik baskılardır: Hatice türbanlı olduğu için, mesleği olan öğretmenliği yapamadı; Burhan Yeni Şafak okuduğu için iş arkadaşları tarafından dışlandığını düşünüyor; Eren üniversitede öğrenciyken hocalarının muhafazakâr öğrencilere karşı çifte standart uyguladığını düşünüyor; Mustafa tesettürlü olan eşiyle önceleri Kızılay’da dolaşırken kendilerine kötü bakıldığını ifade ediyor.
Pera Müzesi’nin yeni yıl mesajını gördüğümde aklıma tek bir soru takıldı: Kadınlar nerede?
Şimdi biri çıkıp diyebilir tabii, baksana ne güzel fotoğraf, adamlar ne de güzel eğleniyor, neşeleri de fotoğraftan taşıyor. Hakkıdır. Yeni yıl mesajı gönderirken neşeli olmak şarttır. Peki ya kadınlar?
Görselin bir önemi olduğunu düşündüm sonra. Ancak gönderilen e-bültende görsele dair herhangi bir künye bulamadığım için o önemi de çözemedim ilk bakışta. Üşenmedim. Görseli Google’da araştırdım. Hürriyet’te çıkan bir haberde yazdığına göre görsel Yapı Kredi Bankası S. Giz Koleksiyonu’na ait. Haber Ekim 2014’te yayınlanmış. Daha sonra İAE Fotoğraf Koleksiyonu’na mı geçti, yoksa bu haberdeki künye bilgisi mi yanlış, onu da kesin olarak bilemiyorum tabii. Kısaca, görsel ve Pera Müzesi arasında doğrudan bir bağlantı bulamadım.
Bu görselin beni rahatsız ettiği tek nokta, en başta söylediğim gibi, kadınların olmayışı. Açıkçası, dürüst olmak gerekirse, sırf kadınların güldüğü bir görsel kullanılsaydı da bu türden, erkekler nerede gibi, bir düşünce gelecek miydi aklıma bilmiyorum. Yine de bir durur düşünürdüm muhtemelen. Bu görsel niye seçildi? Müze yeni yılımı bu görselle kutlarken ne demek istiyor? Ne de olsa iletişim denilen dünyada gönderilen her mesajın (görsel ya da metin) bir anlamı var. Değil mi? Sadece, yeni yıl tebriği e-bülteni gönderildi mi, evet, gönderildi, olamayacak kadar önemli bir konu. Müzenin izleyiciyle doğrudan temas ettiği bir nokta; sözünü, derdini doğrudan ilettiği. En az yeni serginin ilk duyuru görselinin seçilmesi kadar önemli. Daha az değil.
This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Cookie settingsACCEPT
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are as essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.