Tarihi eserler ile sanal yaşam arasında bir bağ. // A connection between historical objects and virtual life.
Geçtiğimiz Ocak ayında Münih’te yapılan Digital Life Design (DLD) Konferansı katılımcıları Bavarian National Museum’da augmented reality (arttırılmış gerçeklik) teknolojisi ile geliştirilmiş interaktif rehberli tur projesini deneyimlediler. Augmented Reality, tarihi eserler ile gündelik hayatımızın sıradan bir parçası haline gelen djital hayatlarımız (sanal yaşam) arasında bir bağ kuruyor. Eserlerin yanında sıra sıra dizili etiketleri okumaya çalışmaktan ve sergi salonları boyunca kulağımıza fısıldayan sesli rehberlerden daha heyecanlı olduğu kesin. Bu teknolojiyle tanışmak, müzelerde nasıl kullanılabileceğini incelemek için aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz.
The participants of the Digital Life Design (DLD) Conference, organized in January 2014 in München, had chance to experience the interactive guided tour project developed with augmented reality technologies in the Bavarian National Museum. Through Augmented Reality technologies, it is possible to connect the inevitable digital life of our everyday life with historical art pieces. The video below introduces us this technology and presents how it can be useful in museums.
Proje hakkında daha fazla bilgi almak ve DLD Konferansı’nın Müzelerden Playstation’a başlıklı oturumunu izlemek için the Augmented Blog‘a göz atmanızı öneririm. Müzelerde dijital projeler üzerine verimli konuşmalar içeriyor.
For further information about the project, you can take a look to the Augmented Blog. There you can also find the video titled as “From Museums to Playsations” from DLD Conference. It provides useful information about digital museum projects. It is recommended.
Museum Hack uzun zamandır takip ettiğim bir ekip. Hatta Nisan 2015’te Genç Sanat’a bu konuda bir yazı yazmıştım. (Santa Cruz Sanat ve Tarih Müzesi Direktörü Nina Simon’un yaptığı röportajın yer aldığı yazıyı dileyen buradan okuyabilir.) Hakkında bir sürü video izlediğim, yazı okuduğum bu “hacklemeyi” bugün deneyimledim. Sanat tarihine bir de hiciv tarafından bakan yorumlara gülerek, müzenin koleksiyonu genişletmek için ödediği paraları duyunca gözlerim yuvalarından çıkarak ve rehberimiz Zak’ın uydurduğu “parti için en iyi sanat eseri” oyununa dahil olup büyük ödülü kaparak geçirdiğim bu 2 saat gerçekten bugüne kadar katıldığım en iyi müze turuydu.
Aslında her şey bir gün önce Twitter’da, “hadi yarın gelin, %20 indirim kuponunu kullanın” mesajını görmemle başladı. Şehre geldiğimde sayfalarını ziyaret etmiş, bir tura katılsam mı katılmasam mı diye düşünmüştüm ve bence bu mesaj bir işaretti. Hemen biletimi aldım. Deneyim o satın almadan itibaren başlıyor. (Ya da işte mesleki deformasyondan, bunlara bile dikkat ediyor insan.)
Hemen bir mail geldi ekipten. Ertesi gün nerede, kiminle buluşacağımız ve tur için nelere dikkat etmemiz gerektiği yazıyordu. Gayet normal tabii. Yine de öyle kuru kuru bir biletten daha fazlasını içeren bu samimi mesaj etkileşimin ilk adımı bence. Beni asıl güldürense sabah gelen mesajdı. Artık insanlar ne kadar çok geri mesaj gönderiyorlarsa bu numaraya, “ben robotum” notu yazma gereği hissetmişler.
Müzeye tam zamanında vardım. Ekip söylenilen yerdeydi. Ben şimdi bana bilet numaramı soracaklar falan diye düşünüyordum ki hiç öyle resmi işlemlere girişmedik. Belki de küçük bir grup olduğumuz içindi. Merhaba ben Elif, dedikten ve herkes herkesle tanıştıktan sonra hemen sohbete başladık. Ekibin kurucusu Nick Gray de oradaydı. Buna biraz şaşırdım açıkçası. Ondan biraz CEO tarzı bekliyordum. Ne bileyim, bir ofiste oturuyordur. Genelde bilgisayarda e-posta yanıtlayıp, olanı biteni inceliyordur. Böyle “sahada” görünce ne yapsam bilemedim. Kendini ekibin sosyal medya sorumlusu olarak tanıtınca, içimdeki küçük ve sinsi müzecilik takipçisi, hadi canım!, diye güldü. Hemen tura başladığımız için gidip iki kelime söyleyecek vakit de olmadı. O da sonra başka bir tura katılmak için yanımızdan ayrıldı. Yani gün içinde kaç tura katılıyor, katılıp ne yapıyor, öğrenemedim. Anlatılanları ilk defa duyuyor gibiydi. Öyleydi yani tepkileri. Belki de ilk defa duyuyordu. Kaç rehber ve kaç farklı tur rotası var, bilemiyorum. (Böyle yazdıkça kendimi bu sabah turda casusluk yapmışım gibi hissettim. Ne yazık ki, olayı da çözemedim.)
Ellerimizi tam ortada birleştirip, bir ekip ruhu yaratarak, Museum, diye haykırarak başladık tura. Nerelerden nerelere geldik, hangi galerilerde durduk, eserlerden hangilerinin hikâyelerini dinledik, şu an hiç bir fikrim yok. Tur bitip de müzeden ayrılırken herhangi bir Cem Yılmaz gösterisinden çıkmışım gibi hissettim; dinlerken komikti ama şimdi çıkınca ne anlattı hatırlamıyorum.
Rehberimiz Zak çok eğlenceliydi. Güldürdü bol bol. Şaşırttı sorularıyla. Ben en çok sanat tarihi bilgileri değil de, müzenin bilinmedik hikâyelerini duyduğuma sevindim. Mesela (adını şimdi hatırlamadığım) bir adamın resim koleksiyonunu almak için müze yeni bir bina yapmaya karar veriyor. Adamın şartı bu çünkü. Bir yandan da Central Park’ta daha fazla alan işgal etmeyeceklerine dair söz vermişler. Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Sonunda inşaata başlarken galeriye “geçici” diyorlar. Geçici galeri ve çakallıkları yıllardır orada. Müzenin koleksiyonunda olmadığı için peşine düştüğü sanat akımı ve sanatçılar var bir de. Bir tanesini gururla anlattıktan sonra Zak diyor ki, Louvre’da yok mesela bu sanatçının eseri; üzgünüm Louvre, kaybettin dostum! Bunun gibi onlarca hikâye. Birinin eserlerini almışlar ve onları aynen adamın evindeki gibi yerleştirmişler. Karşılıklı duran tablolardan biri İsa, diğeri de Venedik panoramasıydı. Panaroma resme dikkatli bakınca meydanın tam ortasında iki köpeğin çiftleştiğini gösterdi bize Zak. Yanındaki diğer resimlere de baktık ve hepsinde çitleşen köpekler vardı. “Bu odaya baktığınızda bu adam hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu sonunda Zak. Ne düşünebilir ki insan! (Biliyorum işte, anlatınca tam öyle olmuyor ama dinlerken şahaneydi.)
Turun keyifli yanlarından biri de oyunlardı. İlkinde heykel galerisindeydik. Hepimiz bir heykel seçip onun önünde poz verdik. Daha sonra da bize bu pozların fotoğraflarını hediye ettiler. Juliette ve ben bu pozda acıların kadınıylayız; ben acılı kadınım, o da beni neşelendirmeye çalışıyor. (Aslında, Elif kameraya yüzünü göstermen gerek, diyor.) İkincisinde hollandalı ressamların olduğu salondaydık. Dedi ki Zak, “beni öldürmüşler ve sizce beni kim, neden, nasıl öldürmüştür? Buradaki eserlerden seçin.” Nasıl hikâye uyduramadım belli değil. (Bu kısmı pas geçiyorum o yüzden.) Aslında son oyun en başta açıklanandı; evinizde parti vereceksiniz ve bu müzeden hangi eseri alırdınız? Ödüllü oyun. Tur boyunca etrafımıza bu gözle bakmalı ve gözümüze takılanların fotoğrafını çekmeliydik. Turun sona erdiği Mısır tapınağının önünde parti sırrımızı açıkladık. Gümüş tabakları çekmiştim ben. Parti aksesuvarı olarak. “Bir hipster partisi vereceğim ve bu servis takımıyla da geçmişi çağdaşla buluşturacağım”, dedim. Büyük ödülü kazandım! Met’in maskotu hippopotamus. Beni zombielerden koruyacak ve yaptığım hataları yok edebilecek; çünkü o aynı zamanda bir silgi.
Devlet ve vatandaş arasındaki kurumsal ilişkilerin en görünür olduğu mekânlar kentlerdir. Kentlerdeki her dönüşüm devletle vatandaş arasındaki ilişkilerin de değişmekte olduğunun göstergesidir.
Kentsel dönüşüm projelerinin, özellikle Gezi Parkı mücadelesinden sonra daha da hararetli tartışıldığı bu günlerde itinayla okunması gereken İstanbul: Müstesna Şehrin İstisna Hali, Ayşe Çavdar ve Pelin Tan tarafından derlenen bir kitap. Dünyanın pek çok farklı kentinde yaşanan bu değişim süreçleri son yıllarda vatandaşlık, mülkiyet ve sosyal haklar gibi egemenlik eksenindeki araştırmalarla yürütülürken, temel eksenin istisna kavramına yapılan gönderme olduğunu belirten Çavdar ve Tan, İstanbul’un karmaşık tarihsel ve toplumsal geçmişini yine bu istisna kavramı üzerinden tartışmaya açıyorlar.
Bu kitap öteden beri ‘müstesna’ bir şehir olarak tarif edilen İstanbul’da istisna halinin hangi süreçler çerçevesinde şekillendiğini, bir başka deyişle devlet-vatandaş ilişkilerindeki değişimin dinamiklerine ve bu dinamiklerin vatandaş-vatandaş ilişkilerine nasıl yansıdığını tartışmak üzere kurgulandı.
İstisna kavramı, Carl Schmidtt’in Siyasi İlahiyat kitabında karşımıza çıkar. Schmidtt, egemenlik kavramını tartıştığı bu kitapta Nazi döneminin toplama kamplarının olağanüstü hâl durumunu inceler. Schmiddt’e göre, ”egemen, olağanüstü hâle karar verendir.” Kutsal İnsan kitabında Agamben, istisnai hali yeniden sorgular ve ona göre:
Egemen, coğrafya üzerinde kendi meşruiyetine dayanarak tanımladığı herhangi bir istisna durumunu kontrol ederek ya da yine herhangi bir gerekçeyle -bunu yaparken insanlık suçu bile işliyor olabilir- bir istisna hali yaratarak kendini yeniler. Böylesi bir durumda istisna hali bu tanımlanmış dışlama alanında vücut bulur, somutlaşır.
Dokuz makalenin yer aldığı kitapta İstanbul’daki kentsel dönüşüm hukuksal ve siyasal düzenlemeler, toplumsal değişim, ekonomik etkenler, kentle kurulan bireysel ilişkide ortaya çıkan yeni etmenler vb. kapsayacak şekilde kent hakkı kavramı üzerinden tartışılıyor.
Tayfun Kahraman, mevcut hukuksal düzenlemelerin hangi kesimlere ayrıcalıklı imar hakları ve kentsel rant sağladığını sorduğu makalesinde, devletin düzenleyici rolünü bir tarafa bırakıp, seçkinleştirici bir işlev üstlendiğini belirtiyor.
Kent mekânını düzenleyen kanunların hazırlanma biçimi, yöntemi ve içeriğinin de gösterdiği üzere bu yeni dönemde devletin meşruiyeti, değer yaratma potansiyeli ile ölçülüyor. Kente dair hukuksal düzenlemeler de alt gelir gruplarını kent merkezlerinden çeperlere doğru iterek, merkezde değer yaratmayı hedefliyor.
Son Bir Hatıra, Sulukule – Najla Osseiran
“İnşaat sektörünün efendisi” olarak tanımladığı TOKİ’nin gücünü ve gücünün kaynağını tartıştığı yazısında Jean-François Perouse, TOKİ’nin varlığının yanlış anlamalar üzerine kurulu olduğunu söylüyor: “TOKİ tarafından ‘sosyal konut’ adı altında sunulan emlak ürünlerinin alıcıları, aslında bu konutlara muhtaç olanlar değil.” TOKİ’nin satış fiyatı, taksitlendirme seçenekleri ve evlerin mimari özelliklerini değerlendiren Perouse’a göre, “rakamları göz önünde bulundurarak aylık taksidi, asgari ücreti aşan bir konutu ‘sosyal konut’ diye adlandıran bir kurumun, sürekli vurguladığı konut sorununa ‘gerçeküstücü’ bir yaklaşım geliştirdiğini söyleyebiliriz.”
Sırf ‘mülk sahipliği’ statüsüne erişime odaklanarak TOKİ, başka ülkelerde yaygın olan sosyal konut politikalarının önemli bir boyutunu reddetmiş oluyor. Bu boyut, piyasadan arındırılmış, kanun tarafından yardım edilen/desteklenen kiralık konut sektörüdür.
Prestij konut anlayışının kentsel nüfusa olan etkisini değerlendiren Alev Erkilet, kapalı yerleşmelerin (gated communities) birleştirici ve bütünleştirici rolünü yerine getiremediğini, tam tersine, dışlayıcı bir kent kimliği yarattığını vurguluyor.
Kapalı yerleşmeler, prestij konut alanları, adı ne olursa olsun toplumsal dışlama esasında işleyen her türlü yerleşme biçimi, mahalle olgusunun sağladığı dayanışma, koruma, gözetme imkânlarıyla mukayese edilemeyecek oradan zayıf kalır. Dahası kentsel ayrışma, yol açtığı çatışma potansiyelleri nedeniyle pek çok toplumsal tehlikeyi de beraberinde getirir.
Şehrin merkezinden uzakta, güvenlikli sitelerdeki orta sınıf ev halini bizzat o sitelerden birinde yaşayarak deneyimleyen Ayşe Çavdar, site sakinlerinin bu tür konutları tercih etmelerinin sebeplerini araştırıyor. Komşularla yaptığı görüşmelerde farklı gerekçeler dile getirilse de ortak kanı, şehrin kalabalıklığında hissedilen korku. Çavdar, güvenlikli sitelerde hızla kurulamayan ilişkilerin site sakinlerinde güvensizlik duygusu yarattığını ve bu durumun da bu tür sitelere taşınmadaki beklentilerin tam tersinin ortaya çıkmasına neden olduğunu belirtiyor.
2000 aile için yapılmış, şehirdeki apartmanlarla karşılaştırıldığı zaman lüks gibi görünse de aslında bahçe duvarları ve sıkı sıkıya kurallarla şekillendirilmiş peyzaj düzenlemesi dışında pek de büyük bir farklılık vaad etmeyen bir siteyi hayal etmeye çalışın. Bu devasa alan ve değil sitedeki, bloktaki herkesle tanışmanın imkânsızlığı kaçınılmaz bir içe kapanmayı, içe kapanmaysa şehirdekine hiç de benzemeyen, güvenilecek kimsenin olmadığı devasa, kimliksiz bir alanda tek başınalıktan doğan yeni bir korkuyu beraberinde getiriyor.
Sulukule Platformu üyeleri Sulukule’nin adını değiştirebilecekler mi? (2007-2013) diye sorarak, bu dönüşüm süreçlerini aktarıyor. Platform’un yatay, açık ve pozitif eylemliliği benimseyen yapısını ve yıkımdan sonra da toplulukla ilişkileri sürdürerek yürüttüğü dönüştürücü, destekleyici faaliyetlerini tartışmaya açıyor. “Bir kentsel mücadeleyi başarılı ya da başarısız kılan nedir?” sorusunu hem kendine, hem izleyenlere soruyor.” – Aslı Kıyak İngin, Sulukule Günlüğü
Aslı Kıyak İngin ve Tolga İslam, Sulukule Yenileme Projesi üzerinden devletin kentsel dönüşümü nasıl meşrulaştırdığını ve bu meşrulaştırmanın kent halkı tarafından kabul görmesi için nasıl stratejiler geliştirdiğini tartışıyor.
Yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm projelerini meşrulaştırmak için kullandıkları stratejilerden biri, uygulama yaptıkları mahallelerin enformel karakterini vurgulamak ve yenilemeyi enformelite ile ilgili problemleri çözmek için bir reçete olarak sunmak. Bu yöntemin örneklerinden biri olan Sulukule Yenileme Projesi, mevcut topluluğu ve tarihi kent dokusunu yok ederek, buradaki arsa değerlerini arttıran ve spekülasyon yaratan bir araca dönüştü. Projenin uygulamasındaki üç yeni politik ve yasal araç önemli rol oynadı: Daha büyük ölçekli dönüşümleri mümkün kılan yeni yetkiler, yeni kamulaştırma yetkileri ve finans modelleri.
J. Rancière’in görünürlük biçimleri olarak adlandırdığı olgu açısından, politik alana etki eden sanatsal temsillerin, başka bir ifadeyle kentsel dönüşüme karşı çıkan sanatsal eylemlerin, yerelin çokkültürlülüğünü nasıl yayacağını inceleyen Pelin Tan’a göre, ”yerellikler için tekil bir temsiliyet biçimi bulmak olanaksızdır.”
Sanatçıların ve mahalle sakinlerinin, süregelen kentsel dönüşüm veya kentsel özelleştirme sürecine müdahale edebilmek için belirli meselelere odaklanmalarına izin veren, farklı alanlardan pratikler için bir çevre, bir platform yaratmak, sadece sanatsal pratiklerin yayılımını sağlamak için değil, kolektif sorumlulukla eyleme geçmek adına da etkili bir yol. Sanat projeleri, alternatif platformlar ve karşı-kültürel mekânlar yaratarak, eylemler ve bunlarla ilişkili direniş söylemlerini de mekânsal politikaların eşliğinde üretebilirler.
Kentsel dönüşüm projelerine nasıl karşı durulacağının, herkesi içine alacak ortak muhalefet dilinin nasıl ortaya çıkması gerektiğinin tartışıldığı söyleşide Erbay Yücak, problemin birey-kent arasındaki ilişkide bulunduğunu belirtiyor: ”Kentle kurduğum ilişkide bütün bunların yararlanıcısı değilsem, senin değer olarak gördüğün şeyi de değer olarak saymam.”
Birileri çıkıyor, 15 milyon için bir şey söylüyor ama ardında 200 kişi toplanıyor sadece. Böyle üretilen her pratik muktedir olana da ‘senin söylediğin doğru olsa diğerleri de sahip çıkar’ gibi güçlü bir argüman sağlıyor. Bu 200 kişi ise iki şey yapmış oluyor: Kendi farkındalığıyla tepkisini ifade etmiş oluyor. Bir de medyanın buna yer verebildiği oranda ötekine ulaştığını zannediyor. Burada esaslı bir sorun var. O kavram ya da bu kavram. Eğer bütünden bakacaksak, bir defa 15 milyonun bütünü algılamasını sağlayacak bir yol yürümedikçe, onun gıyabında ve ona rağmen konuşuyor olacağız.
Gezi Parkı mücadelesi sadece İstanbulluların değil, tüm Türkiye’nin kentsel dönüşüme hayır dediği bir direniş. Bugün nükleer santraller, çöp toplama alanları, sit alanlarının yerleşime açılması vb. ile Türkiye’nin birçok farklı kentinde de aynı sorunların var olduğunu biliyoruz. Ayşe Çavdar ve Pelin Tan tarafından hazırlanan İstanbul: Müstesna Şehrin İstisna Hali kitabı, bir yandan, bugün tartışmakta olduğumuz tüm bu kentsel dönüşüm sürecini anlamamıza yardımcı oluyor, bir yandan da bununla nasıl mücadele etmemiz gerektiğine dair farklı görüşleri, yöntemleri ve tartışma biçimlerini içeriyor.
Beyoğlu Belediyesi tarafından hazırlanan Tarlabaşı Kentsel Dönüşüm videosunda mahallenin geçmişteki ihtişamının günümüzde kaybolduğu ve bu proje ile birlikte mahallenin güzelleştirileceği anlatılıyor. Başka bir ifadeyle, burada yaşayan halk, bu halkın sahip olduğu öznel kültür ve yaşam biçimleri yok edilerek mahalle “yenileniyor”.
Kentsel dönüşüm projelerine biraz daha detaylı incelemek için, Türkiye’deki sermaye ilişkilerini üç farklı harita ile anlatmayı amaçlayan Mülksüzleştirme Ağları‘na da bakabilirsiniz. Burak Arıkan’ın önderliğinde yürütülen atölye çalışmalarının sonunda ortaya çıkarılan bu haritalar aracılığıyla, kentsel dönüşüm projelerini gerçekleştiren firmaları ve bu firmaların diğer projelerini inceleyerek nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu görebilirsiniz.
#beListeradından da anlaşılacağı üzere listeler oluşturabildiğiniz bir internet sitesi. Uzun zamandır aklımda vardı burada listeler hazırlamak ve sonunda başladım.
İlk listemi de içinde müzeoloji geçen TEDtalk konuşmalarından (Türkçe altyazılı) küçük bir seçki ile yaptım:
Peki, Zeki Müren de bizi duyacak mı? projesini gördüğümden beri bir heyecan bende. Zeki Müren üzerine bir belgesel çalışmasının heyecanı şu köşede dursun, o telefon hattı nasıl mucizevi bir topluluk yönetimi aracıdır, ben onu düşünüyorum. Tabii ki müzeler nasıl kullanabilir diye.
Bir kere sergilere dair görüş toplamak için kullanılabilir. Bir nevi sesli ziyaretçi defteri. “Müzeden çıkmadan şu numarayı arayıp görüşlerinizi belirtin” gibi bir yönlendirmeyle mesela. Hatta belki müze dükkânında indirim vs. sağlayarak teşvik ederek. Sonra o sözleri al, pazarlama-iletişim çalışmalarında kullan. Daha samimi bir metin yazılabilir mi!
Benzer şekilde bir “call center” hattı olabilir; şikayetler ve talepler biriktirilebilir. Böylelikle resepsiyona iletilen, daha sonra da aciliyet sıralamasına göre üst mercilere çıkartılan mesajlar kaybolmamış olur.
Hatta müzeye yerleştir böyle bir telefon, insanlar arasınlar hemen. Hani bankalarda ATMlerin yanında durur ya, onun gibi. Yazmaya üşenenler de kazanılmış olur hem.
Bu arada belirtmem gerekir ki bu bilgi toplama aracının altyapısını henüz incelemedim. Yani kullanma koşulları nedir ve ya ne kadar esnektir bilemiyorum.
Aklıma takılan, bence en temel sıkıntısı, veriyi doğrulama şansının çok düşüklüğü. Eğer arayanın kaydı tutuluyorsa, yani karşı taraftan bir telefon numarası bırakılması talep ediliyorsa, o numaradan geri arayıp kısa bile olsa bir sohbet vasıtasıyla bazı kritik noktalar aydınlatılabilir. Yoksa malum, “troll gibi troll” olmak yaşadığımız yüzyılın en önemli karakteri.
İkincisi, akademik çalışmalarda bir yöntem olarak kullanılması. Burada yine temeldeki veriyi doğrulama soruma dönüyorum. Bu proje kapsamında anlatılan, en azından şimdiye kadar aktarılan, hikâyelerden bağımsız söylüyorum tabii bunu. Ben hâlâ wikipedia’nın kaynak olarak gösterilmesine alışamadım, “bir dinleyicinin tanıklığı” tek kaşımı kaldırır benim. Kesin. Bu, benim muhafazakarlığım da olabilir tabii.
Beni heyecanlandıran noktasına yeniden gelirsek, bir bilgi toplama aracı olarak yalınlığı. Bir yere gitmeye gerek yok, bir form doldurmanız istenmiyor ve bugün hepimiz, ama istisnasız hepimiz, telefon kullanıyoruz.
Proje hızla yayıldı ve eminim ki daha da geniş katılımlar olacak. Sonucu merakla bekliyorum.
Benim maalesef Zeki Müren’le ilgili bir anım yok, ama bir alıntım var. Belki telefon açıp onu okurum.
MetMuseum gerçek çocuklardan gerçek sorular topluyor ve yeni bir eğitim programı başlatıyor; #MetKids
7-12 yaşları arası çocuklardan esinlenilerek, onlarla test edilerek ve yine onlar tarafından onaylanarak geliştirilen bu programda sadece çocukların değil, çocuk bakış açısı içeren yanıtlarla herkesin bir şeyler öğrenebileceği düşünülüyor. Özellikle de cesur sorularla.
MetMuseum collects real questions from real kids and launches their very new education program; #MetKids
#MetKids has been inspired, tested, and approved by real kids ages 7–12. We think that everyone can learn something from a kid-friendly explanation, and especially from the questions you are bold enough to ask.
Çocukların peşpeşe dizdikleri sorular arasında favorim, “mısır neden o kadar eski?” diyen velet ve yüzündeki ifade.
Aklımdaki soruları da peçeteye yazıp komşunun çocuğuyla yollamayı düşünüyorum. Sosyal medya kullanımlarıyla ilgili birkaç soru. Ya da fon geliştirme. Umarım çocuklar bunlarla da ilgilenir.
Among whole questions my fav is the cute kid who ask “why is egypt so ancient?” and expression on his face. I’m planning to send my list of question via my neighbor’s kids. A few questions related to their social media strategy. Or fundrising. Hope kids would be also interested in these subjects.
Masumiyet Müzesi sesli rehberinden tadımlık…
Müzeyi romanı okuduktan çok sonra ya da romanı okumadan önce gezenler için hatırlatıcı / bilgilendirici bir rehber.
A very small piece of Museum of Innocence audioguide, narrated by Orhan Pamuk… A reminder / informative guide for those who visit the museum after a long time that they have read the book or who have not yet read the book.
(Audioguide in English is available at the museum)
This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Cookie settingsACCEPT
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are as essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.