For the last few weeks, I’ve been questioning, how can I receive feedback about my talk/paper which includes moving image? Especially, when image is the object, not a reference.
A few weeks ago, I presented a part of my doctoral research at our graduate school’s, Center for Metropolitan Studies, annual conference in Berlin. Instead of talking only about theoretical framework (nor preliminary notes of my on-going field study), I aimed to display recent political cases from Turkey in order to highlight the importance of archiving born digital materials. The idea was to show some footages. In other words, during my talk, I screened short clips from three activist videos as supporting examples of my arguments. It was clear that images would talk better than I do. Indeed, they did. It was obvious in the audience’s reaction both during and after my talk. Now, I’m thinking about publishing it. But my concern is not finding the most suitable academic platform. (My research project is not there yet.) Actually, I’ve been questioning, how can I receive feedback about my talks/papers which include moving image? Especially, when image is the object, not a reference.
I’m aware that one of the most common ways to include moving image is narration. Author describes the environment, atmosphere, people, emotions, talks, etc. S/he mostly tries to benefit from the power of literature. But, seriously, today? Aren’t we in the age of digital publishing?
At this point, digital humanities appears in my mind with its huge discussion on knowledge production in digital: Social Reading. Writing-and-Sharing. Blogging-and-Social Media. Fresh New Ideas-and-On-going Discussions. Reproducing-and-Re-sharing-and-Re-discussing. Yes, this is academia. And social reading on the Internet facilitates reaching more people, especially people that you haven’t met in person yet, and collecting diversified-interdisciplinary-comments. It definitely enhances your research. Because it is beyond sending a paper to a particular email list, and hope getting some responses. Plus, emailing keeps discussion one-to-one. Social reading steers the community discussion. This is what I’m actually looking for my talks/papers: Hearing some comments. So, my new question is, how can I make this happen?
After having this question in my mind for the last few weeks by reviewing various online magazines, platforms, and blogs, I have decided to add a new category to my blog, urbanbuzzy, and post my questions about my doctoral research. -Stay tuned!-
Please, come join me, and leave your comments. Any contribution would be appreciated.
Devlet ve vatandaş arasındaki kurumsal ilişkilerin en görünür olduğu mekânlar kentlerdir. Kentlerdeki her dönüşüm devletle vatandaş arasındaki ilişkilerin de değişmekte olduğunun göstergesidir.
Kentsel dönüşüm projelerinin, özellikle Gezi Parkı mücadelesinden sonra daha da hararetli tartışıldığı bu günlerde itinayla okunması gereken İstanbul: Müstesna Şehrin İstisna Hali, Ayşe Çavdar ve Pelin Tan tarafından derlenen bir kitap. Dünyanın pek çok farklı kentinde yaşanan bu değişim süreçleri son yıllarda vatandaşlık, mülkiyet ve sosyal haklar gibi egemenlik eksenindeki araştırmalarla yürütülürken, temel eksenin istisna kavramına yapılan gönderme olduğunu belirten Çavdar ve Tan, İstanbul’un karmaşık tarihsel ve toplumsal geçmişini yine bu istisna kavramı üzerinden tartışmaya açıyorlar.
Bu kitap öteden beri ‘müstesna’ bir şehir olarak tarif edilen İstanbul’da istisna halinin hangi süreçler çerçevesinde şekillendiğini, bir başka deyişle devlet-vatandaş ilişkilerindeki değişimin dinamiklerine ve bu dinamiklerin vatandaş-vatandaş ilişkilerine nasıl yansıdığını tartışmak üzere kurgulandı.
İstisna kavramı, Carl Schmidtt’in Siyasi İlahiyat kitabında karşımıza çıkar. Schmidtt, egemenlik kavramını tartıştığı bu kitapta Nazi döneminin toplama kamplarının olağanüstü hâl durumunu inceler. Schmiddt’e göre, ”egemen, olağanüstü hâle karar verendir.” Kutsal İnsan kitabında Agamben, istisnai hali yeniden sorgular ve ona göre:
Egemen, coğrafya üzerinde kendi meşruiyetine dayanarak tanımladığı herhangi bir istisna durumunu kontrol ederek ya da yine herhangi bir gerekçeyle -bunu yaparken insanlık suçu bile işliyor olabilir- bir istisna hali yaratarak kendini yeniler. Böylesi bir durumda istisna hali bu tanımlanmış dışlama alanında vücut bulur, somutlaşır.
Dokuz makalenin yer aldığı kitapta İstanbul’daki kentsel dönüşüm hukuksal ve siyasal düzenlemeler, toplumsal değişim, ekonomik etkenler, kentle kurulan bireysel ilişkide ortaya çıkan yeni etmenler vb. kapsayacak şekilde kent hakkı kavramı üzerinden tartışılıyor.
Tayfun Kahraman, mevcut hukuksal düzenlemelerin hangi kesimlere ayrıcalıklı imar hakları ve kentsel rant sağladığını sorduğu makalesinde, devletin düzenleyici rolünü bir tarafa bırakıp, seçkinleştirici bir işlev üstlendiğini belirtiyor.
Kent mekânını düzenleyen kanunların hazırlanma biçimi, yöntemi ve içeriğinin de gösterdiği üzere bu yeni dönemde devletin meşruiyeti, değer yaratma potansiyeli ile ölçülüyor. Kente dair hukuksal düzenlemeler de alt gelir gruplarını kent merkezlerinden çeperlere doğru iterek, merkezde değer yaratmayı hedefliyor.
Son Bir Hatıra, Sulukule – Najla Osseiran
“İnşaat sektörünün efendisi” olarak tanımladığı TOKİ’nin gücünü ve gücünün kaynağını tartıştığı yazısında Jean-François Perouse, TOKİ’nin varlığının yanlış anlamalar üzerine kurulu olduğunu söylüyor: “TOKİ tarafından ‘sosyal konut’ adı altında sunulan emlak ürünlerinin alıcıları, aslında bu konutlara muhtaç olanlar değil.” TOKİ’nin satış fiyatı, taksitlendirme seçenekleri ve evlerin mimari özelliklerini değerlendiren Perouse’a göre, “rakamları göz önünde bulundurarak aylık taksidi, asgari ücreti aşan bir konutu ‘sosyal konut’ diye adlandıran bir kurumun, sürekli vurguladığı konut sorununa ‘gerçeküstücü’ bir yaklaşım geliştirdiğini söyleyebiliriz.”
Sırf ‘mülk sahipliği’ statüsüne erişime odaklanarak TOKİ, başka ülkelerde yaygın olan sosyal konut politikalarının önemli bir boyutunu reddetmiş oluyor. Bu boyut, piyasadan arındırılmış, kanun tarafından yardım edilen/desteklenen kiralık konut sektörüdür.
Prestij konut anlayışının kentsel nüfusa olan etkisini değerlendiren Alev Erkilet, kapalı yerleşmelerin (gated communities) birleştirici ve bütünleştirici rolünü yerine getiremediğini, tam tersine, dışlayıcı bir kent kimliği yarattığını vurguluyor.
Kapalı yerleşmeler, prestij konut alanları, adı ne olursa olsun toplumsal dışlama esasında işleyen her türlü yerleşme biçimi, mahalle olgusunun sağladığı dayanışma, koruma, gözetme imkânlarıyla mukayese edilemeyecek oradan zayıf kalır. Dahası kentsel ayrışma, yol açtığı çatışma potansiyelleri nedeniyle pek çok toplumsal tehlikeyi de beraberinde getirir.
Şehrin merkezinden uzakta, güvenlikli sitelerdeki orta sınıf ev halini bizzat o sitelerden birinde yaşayarak deneyimleyen Ayşe Çavdar, site sakinlerinin bu tür konutları tercih etmelerinin sebeplerini araştırıyor. Komşularla yaptığı görüşmelerde farklı gerekçeler dile getirilse de ortak kanı, şehrin kalabalıklığında hissedilen korku. Çavdar, güvenlikli sitelerde hızla kurulamayan ilişkilerin site sakinlerinde güvensizlik duygusu yarattığını ve bu durumun da bu tür sitelere taşınmadaki beklentilerin tam tersinin ortaya çıkmasına neden olduğunu belirtiyor.
2000 aile için yapılmış, şehirdeki apartmanlarla karşılaştırıldığı zaman lüks gibi görünse de aslında bahçe duvarları ve sıkı sıkıya kurallarla şekillendirilmiş peyzaj düzenlemesi dışında pek de büyük bir farklılık vaad etmeyen bir siteyi hayal etmeye çalışın. Bu devasa alan ve değil sitedeki, bloktaki herkesle tanışmanın imkânsızlığı kaçınılmaz bir içe kapanmayı, içe kapanmaysa şehirdekine hiç de benzemeyen, güvenilecek kimsenin olmadığı devasa, kimliksiz bir alanda tek başınalıktan doğan yeni bir korkuyu beraberinde getiriyor.
Sulukule Platformu üyeleri Sulukule’nin adını değiştirebilecekler mi? (2007-2013) diye sorarak, bu dönüşüm süreçlerini aktarıyor. Platform’un yatay, açık ve pozitif eylemliliği benimseyen yapısını ve yıkımdan sonra da toplulukla ilişkileri sürdürerek yürüttüğü dönüştürücü, destekleyici faaliyetlerini tartışmaya açıyor. “Bir kentsel mücadeleyi başarılı ya da başarısız kılan nedir?” sorusunu hem kendine, hem izleyenlere soruyor.” – Aslı Kıyak İngin, Sulukule Günlüğü
Aslı Kıyak İngin ve Tolga İslam, Sulukule Yenileme Projesi üzerinden devletin kentsel dönüşümü nasıl meşrulaştırdığını ve bu meşrulaştırmanın kent halkı tarafından kabul görmesi için nasıl stratejiler geliştirdiğini tartışıyor.
Yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm projelerini meşrulaştırmak için kullandıkları stratejilerden biri, uygulama yaptıkları mahallelerin enformel karakterini vurgulamak ve yenilemeyi enformelite ile ilgili problemleri çözmek için bir reçete olarak sunmak. Bu yöntemin örneklerinden biri olan Sulukule Yenileme Projesi, mevcut topluluğu ve tarihi kent dokusunu yok ederek, buradaki arsa değerlerini arttıran ve spekülasyon yaratan bir araca dönüştü. Projenin uygulamasındaki üç yeni politik ve yasal araç önemli rol oynadı: Daha büyük ölçekli dönüşümleri mümkün kılan yeni yetkiler, yeni kamulaştırma yetkileri ve finans modelleri.
J. Rancière’in görünürlük biçimleri olarak adlandırdığı olgu açısından, politik alana etki eden sanatsal temsillerin, başka bir ifadeyle kentsel dönüşüme karşı çıkan sanatsal eylemlerin, yerelin çokkültürlülüğünü nasıl yayacağını inceleyen Pelin Tan’a göre, ”yerellikler için tekil bir temsiliyet biçimi bulmak olanaksızdır.”
Sanatçıların ve mahalle sakinlerinin, süregelen kentsel dönüşüm veya kentsel özelleştirme sürecine müdahale edebilmek için belirli meselelere odaklanmalarına izin veren, farklı alanlardan pratikler için bir çevre, bir platform yaratmak, sadece sanatsal pratiklerin yayılımını sağlamak için değil, kolektif sorumlulukla eyleme geçmek adına da etkili bir yol. Sanat projeleri, alternatif platformlar ve karşı-kültürel mekânlar yaratarak, eylemler ve bunlarla ilişkili direniş söylemlerini de mekânsal politikaların eşliğinde üretebilirler.
Kentsel dönüşüm projelerine nasıl karşı durulacağının, herkesi içine alacak ortak muhalefet dilinin nasıl ortaya çıkması gerektiğinin tartışıldığı söyleşide Erbay Yücak, problemin birey-kent arasındaki ilişkide bulunduğunu belirtiyor: ”Kentle kurduğum ilişkide bütün bunların yararlanıcısı değilsem, senin değer olarak gördüğün şeyi de değer olarak saymam.”
Birileri çıkıyor, 15 milyon için bir şey söylüyor ama ardında 200 kişi toplanıyor sadece. Böyle üretilen her pratik muktedir olana da ‘senin söylediğin doğru olsa diğerleri de sahip çıkar’ gibi güçlü bir argüman sağlıyor. Bu 200 kişi ise iki şey yapmış oluyor: Kendi farkındalığıyla tepkisini ifade etmiş oluyor. Bir de medyanın buna yer verebildiği oranda ötekine ulaştığını zannediyor. Burada esaslı bir sorun var. O kavram ya da bu kavram. Eğer bütünden bakacaksak, bir defa 15 milyonun bütünü algılamasını sağlayacak bir yol yürümedikçe, onun gıyabında ve ona rağmen konuşuyor olacağız.
Gezi Parkı mücadelesi sadece İstanbulluların değil, tüm Türkiye’nin kentsel dönüşüme hayır dediği bir direniş. Bugün nükleer santraller, çöp toplama alanları, sit alanlarının yerleşime açılması vb. ile Türkiye’nin birçok farklı kentinde de aynı sorunların var olduğunu biliyoruz. Ayşe Çavdar ve Pelin Tan tarafından hazırlanan İstanbul: Müstesna Şehrin İstisna Hali kitabı, bir yandan, bugün tartışmakta olduğumuz tüm bu kentsel dönüşüm sürecini anlamamıza yardımcı oluyor, bir yandan da bununla nasıl mücadele etmemiz gerektiğine dair farklı görüşleri, yöntemleri ve tartışma biçimlerini içeriyor.
Beyoğlu Belediyesi tarafından hazırlanan Tarlabaşı Kentsel Dönüşüm videosunda mahallenin geçmişteki ihtişamının günümüzde kaybolduğu ve bu proje ile birlikte mahallenin güzelleştirileceği anlatılıyor. Başka bir ifadeyle, burada yaşayan halk, bu halkın sahip olduğu öznel kültür ve yaşam biçimleri yok edilerek mahalle “yenileniyor”.
Kentsel dönüşüm projelerine biraz daha detaylı incelemek için, Türkiye’deki sermaye ilişkilerini üç farklı harita ile anlatmayı amaçlayan Mülksüzleştirme Ağları‘na da bakabilirsiniz. Burak Arıkan’ın önderliğinde yürütülen atölye çalışmalarının sonunda ortaya çıkarılan bu haritalar aracılığıyla, kentsel dönüşüm projelerini gerçekleştiren firmaları ve bu firmaların diğer projelerini inceleyerek nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu görebilirsiniz.
#MMKDRöportajlar serisi başladı! İlk röportaj benden; Mardin Müzesi Müdürü Nihat Erdoğan ile geçtiğimiz haftalarda galası yapılan ve kentin somut olmayan kültürel mirasına odaklanan filmleri “Mardin’in Sesleri”nden yola çıkarak müzenin güncel çalışmalarını konuştuk: “Şu anda teşhir ve tanzim yenileme çalışmaları yapılan ve Nisan 2016′da kapılarını yeniden ziyaretçilerine açacak olan Mardin Müzesi, kentliyle yakın ilişkiler kuran, hem kentin hem de bölgenin kültürel çeşitliliğinin altını çizen, farklı kültürlerin bir aradalığının zenginliğini vurgulayan; “özetle, geçmişin özümlenerek bugünün kavrandığı ve geleceğin kurgulandığı bir kurum olarak hizmetlerine devam edecektir.””
The Turkish Nil Yalter, who was born in Cairo in 1938 and grew up in Istanbul, has been living and working in Paris since 1965.
I was visiting Cologne for the weekend, and visiting Yalter’s exhibition was highly recommended by a friend of mine living in the city. The welcoming statement explains simply her enthusiasm: “Exile Is A Hard Job”; a quote from Nâzım Hikmet—the famous poet born in Turkey and died in exile, in Moscow.
Even though the exhibition title is directly linked to the concept of migration, Nil Yalter is concerned with mobility. She narrates the story of mobilization, in its very simple form of moving from one place to another. The reason for mobilization, its frequency, and the location in the national and international level might differ.
Estranged Doors is part of the 1983 series Exile Is a Hard Job. Eight photographs, portraits of four Turkish immigrants, are arrange around a text block. The text is a Turkish poem by Hasan Hüseyin Korkmazgil. He uses the image of a door to draw attention to a transnational space: a door is passed through, the previous room is left behind, and the new room lies ahead. The feeling of leaving and having not yet arrived is comparable to the situation of migrants. In the poem, doors not only lead to the estrangement mentioned in the title but also to servitude.
In a wide range of topics from the death penalty execution on May 6, 1972 in Turkey to the migration history from Turkey to Europe, and by applying various medium from painting and installation to video art, Nil Yalter tells a series of stories concentrating on mobility by putting forward the aspect of body, particularly female body. In her art, Yalter exposes female bodies from the perspective of mobility in various spaces. Additionally, she displays the similarities and differences of the female body’s mobility in different geographies.
For Neunkirchen (1975), Nil Walter accompanied two women from the village of the same—Ms. Meisel (a cleaner) and Ms. Schmidt (a worker at a dairy farm)—in their daily work. Yalter’s camera focuses on the simple jobs performed by the workers. The de-personalization makes the monotonous, servile, and disempowering activities visible. The jobs performed by women, including caring for the elderly, raising children, and household chores, often go unrecognized and unappreciated. They take place in the hidden, private space associated with the female sphere. This is contrasted with a video showing two men doing target practice.
The photographs in Algerian Marriage in France (1982) document the multi-day wedding celebrations of an Algerian immigrant family. The six photographs show the same group of women and children playing music, dancing, and laughing together in an elaborately decorated room. The traditional absence of men raises questions about gender-specific role models and spaces. Only at the wedding do the bride and groom finally meet. It seems as if the artist has removed the originally rich colors from the scenes and transferred them to the frames inspired by the wall decorations in the photos. She uses geometric shapes and bold colors, as in her abstract paintings from the 1960s.
Nil Yalter traveled to the Anatolian region of Niğde in 1973. She captured her impressions of nomadic lifestyles in nine collages with drawings, photographs, found materials, and handwritten labels. In a collage, four photographs document how sheep’s wool is processed to make felt. Another collage shows a container for transporting fragile teacups. Other collages describe the structure and dimensions of a yurt. Finally, Yalter built what at first glance seems to be an authentic Topak Ev (1973) (Turkish for “round house”). The portable tent, which can be assembled and disassembled, allows people to move around flexible to search for food and water. On the tent are lines from a novel by the author Yaşar Kemal, which deal with the continuing exile of nomads. Land-owners and governments forced them to abandon their nomadic lives and move to the suburbs of Turkish cities, where they began to work in factories.
In Topak Ev, with the yurt Yalter shows a private space associated with the female sphere. As young girls, the nomadic people living in the Anatolian steppe begin to make their own yurt as well as the decorations and tools for their future household. These make up their dowry, while the husband contributes a herd of cattle as capital to the marriage. The tent is the limited space in which the wide lives and works and which, with few exceptions, she is not allowed to leave. She determines who enters it. Topak Ev is a symbol of both female empowerment and oppression.
Nil Yalter’s concern with mobility showed itself as an outdoor activity of the exhibition, and she made murals with her exhibition’s poster. In the last part of the exhibition, eventually, the artist narrates the mobility from the experience of her own feminity and body from the perspective of mobility in the city of Cologne. Consequently, by calling visitors to mobilize, by preparing—in three languages—free exhibition guide, and by making a documentary film on the (her)story of the artist and her show in Museum Ludwig, the exhibition was absolutely inspiring.
8 Mart’ta kadınlara ücretsiz giriş hakkı tanıyan müzelere teşekkürlerimle. Kadınların kültür-sanat alanındaki görünürlüğünü, temsiliyetini çok güzel ifade ettiniz. Biraz da tartışmak isterseniz, lütfen buradan buyrun..
I’m really thankful to all museums providing free admission to women on 8th of March. You express clearly the visibility and representation of women in culture and art domain. If you would like to discuss a little bit, please be my guest..
Masumiyet Müzesi’ndeki bazı objelerin Çukurcuma’daki eskicilerden olduğunu duymayan kalmadı muhtemelen. Bu durumun reklam aracına dönmesine ne demeli? İşte şimdi müzeler ve tüketimden bahsetmenin tam yeri. Yolunuz düşerse siz de bir tutam Masumiyet Müzesi alabilirsiniz belki evinize. Biraz Füsun’dan, biraz Kemal’den. Şuradaki Tarık Bey’in eli olabilir mi yoksa?
It is widely known that some of the objects in the Museum of Innocence are collected from junk shops located in Çukurcuma. What if this collection turns into a marketing tool? Now, it’s time to talk about museums and consumption. If you’d pass through, you might buy a piece of the Museum of Innocence. A little bit from Füsun, a little bit from Kemal Bey. Is that Tarık Bey’s hand, or what?
Müzede çalışırken… Hayat hiç de sıkıcı değil. Tam tersine yaratıcılığın her daim içinde insan. Bir gün bir bakmışsınız bir dans yarışmasına davetlisiniz ve bütün ekip kameraların karşısında hünerlerinizi sergiliyorsunuz. When you work at a museum.. blogunun önderliğinde hazırlanan Museum Dance Off 2‘ye katılımlar başladı.
Biz de katılalım derseniz, gerekli şartları buradan okuyabilirsiniz.
Video gönderen tüm müzelerin listesine buradanulaşabilir ve yarışmada nasıl oy kullanabileceğinizi öğrenebilirsiniz.
İlk oylama 20 Nisan’da başlıyor!
“This was a great way to bring the museum together,” says Duff. – Read more on smithsonianmag
This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Cookie settingsACCEPT
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are as essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.