This weekend was my first visit to Bröhan Museum in Berlin, as I was invited by a friend to see a particular show: Ilna Ewers-Wunderwald. Rediscovering a Master of Art Nouveau. The exhibition was divided into sections regarding various themes, and I was thrilled with the room entitled ‘fantasy.’ The creatures, their colors, and more…
The exhibition was divided into sections regarding various themes, and I was thrilled with the room entitled ‘fantasy.’
The creatures, their colors, and more importantly the emotions that they are reflecting… As a painter who has trained herself, it’s clear that Ilna was concerned not only about world but also its beyond.
Interestingly, Ilna Ewers-Wunderlich declined every offer to have her images printed, maybe she was too much of an individual herself. The obvious exception being the book illustrations that kind of prepared her works leaning more and more towards the fantastical. Now, in the 1910s, it’s no longer about well-established myths, but the creation of a microcosm of her own. A magical land under the sea inhabited by sea monsters and mermen. — World of Arts Magazine
Haziran ayı, lezbiyen, gay, biseksüel, trans, interseks ve bütün toplumsal cinsiyet ve cinsel kimliklerin varoluşunun anılması ve kutlanması için, tüm dünyada, LGBTİ+ Onur Ayı (Pride Month) olarak belirlenmiştir. 28 Haziran 1969’da New York’ta Greenwich Village semtinde yer alan Stonewall adındaki bir bara yapılan polis baskını sonrasında eşcinseller bir dizi gösteri ve direniş başlatmıştı. Stonewall ayaklanmaları olarak tarihe geçen bu direnişin yıldönümünü anmak için düzenlenen Onur Yürüyüşleri (Pride Parade) zaman içinde gelişip genişleyerek bütün bir aya yayılmıştır. Günümüzde, Onur Ayı kapsamında hem LGBTİ+ haklarına görünürlük sağlanması hem de LGBTİ+ kültürünün kutlanması için bir dizi yürüyüş, gösteri ve etkinlik düzenlenir.
Onur Ayı — LGBTİ+ haklarının savunuculuğu
Onur Ayı boyunca sosyal medya da LGBTİ+ haklarına dair farkındalığı yaymak, çeşitliliği kutlamak ve insanların kendilerini ifade etmeleri için güvenli bir alan yaratmak için kullanılan etkin araçlardan biridir.
Ancak LGBTİ+ haklarını savunmak sadece LGBTİ+ların vermek zorunda bırakılacağı bir mücadele olmamalı. Biyolojik cinsiyeti ile toplumsal cinsiyeti ve cinsel kimliği uyumlu olan (cishet — cisgender ve heteroseksüel) düzcinseller de LGBTİ+ların özgürlüğünü temel insan hakları kapsamında savunabilmeliler. Ama nasıl?
LGBTİ+ların yerine konuşmayın — LGBTİ+ların konuşması için alan açın
Dilinizi Kontrol Edin: Mevzu sadece artık defalarca tekrarlanmış cinsiyetçi küfürleri etmemek değil. “Farklı” ya da “değişik” gibi insanların kimliklerini marjinalleştiren ifadelerden de kaçının.
Çeşitliliği Kabul Edin: İnsanlar sizin yaşadığınız hayatları yaşamıyor olabilirler. Bu, onları “farklı” ya da “değişik” yapmaz; hayatın ve dolayısıyla kimliklerin çeşitliliğini gösterir.
LGBTİ+ Hareketinin Araçsallaştırılmasına Karşı Durun: Literatüre Pink Washing olarak dahil olan ve LGBTİ+ hareketini destekler gibi görünerek onu aslında ticaret için araçsallaştıran markalardan uzak durun ve siz de kendi sosyal medya görünürlüğünüz için LGBTİ+ hareketini nesneleştirmeyin. Bir hareketi desteklemek ile parçası olmadığınız bir hareketin savunusu/sözcüsü olmak arasındaki farkı unutmayın.
Safları Sıklaştırın: LGBTİ+ların yaşam haklarını korumak için onların yanında olun ama onların taleplerini onlar adına dile getirmeyin. Bunun için LGBTİ+ların ve LGBTİ+ derneklerin sosyal medya paylaşımlarını beğenebilir ve yeniden dolaşıma sokabilirsiniz. İçeriklerine yorum yazabilir ve etkileşimlerini arttırarak seslerini güçlendirebilirsiniz.
LGBTİ+ların Çalışmalarını Maddi Olarak Destekleyin: Mücadelelerini geliştirmek ve güçlendirmek için öz örgütlenme modeliyle kurulan LGBTİ+ derneklerine maddi bağış yaparak ya da ürettikleri ticari ürünlerden satın alarak LGBTİ+ların kendi sözlerini söyleyebilecekleri alanları açmaları için destekleyebilirsiniz.
LGBTİ+ Hakkında Daha Fazla Bilgi Edinin: Onur Ayı hem bir kutlama hem de LGBTİ+ların tarihi ve mücadelesine dair bilgi edinme zamanı. LGBTİ+ kitapları, filmleri, dizileri ve belgeselleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilir ve bu kaynakları okumak ve izlemek için biraz daha fazla zaman ayırabilirsiniz. Bu kaynakları sosyal medyada paylaşarak LGBTİ+ mücadelesinin ve kültürünün görünür olmasını sağlayabilir ve başkalarını da LGBTİ+fobiye karşı durmnak için harekete geçirebilirsiniz.
Etiketlenmekten Korkmayın: Mahalleli beni de “öyle” mi zanneder korkusunu bırakın çünkü zaten “öyle” olmak bir “suç”, “günah” ya da “eksiklik” değil. Sosyal medya paylaşımlarınızla LGBTİ+fobiye karşı durarak toplumsal cinsiyet ve cinsel kimliklerin çeşitliliğini kabul ettiğinizi, herkesin özgür yaşam hakkını savunduğunuzu ve hiçbir insanın sahip olduğu kimlik(ler) sebebiyle marjinalleştirilmemesi gerektiğini söyleyebilirsiniz.
Onur Ayı Boyunca Hatırlayın ve Hatırlatın: Temel insan hakları herkes içindir ve Onur Ayı çeşitliliğin ve kapsayıcılığın görünür kılınıp kutlandığı bir aydır.
Toplumun çoğunluğunu oluşturan düzcinsellerin, yapısal ve kurumsal ataerkil şiddet sebebiyle daimî olarak marjinalleştirilen ve hedef gösterilen LGBTİ+ları Onur Ayı boyunca sosyal medyada desteklemeleri ve görünürlüklerini arttırmaları *herkes için özgürlük* talebinin gerçekçi bir adımıdır.
Ama hep akılda tutarak: LGBTİ+ların yerine konuşmadan; LGBTİ+ların konuşması için alan açarak.
#MMKDRöportajlar serisi başladı! İlk röportaj benden; Mardin Müzesi Müdürü Nihat Erdoğan ile geçtiğimiz haftalarda galası yapılan ve kentin somut olmayan kültürel mirasına odaklanan filmleri “Mardin’in Sesleri”nden yola çıkarak müzenin güncel çalışmalarını konuştuk: “Şu anda teşhir ve tanzim yenileme çalışmaları yapılan ve Nisan 2016′da kapılarını yeniden ziyaretçilerine açacak olan Mardin Müzesi, kentliyle yakın ilişkiler kuran, hem kentin hem de bölgenin kültürel çeşitliliğinin altını çizen, farklı kültürlerin bir aradalığının zenginliğini vurgulayan; “özetle, geçmişin özümlenerek bugünün kavrandığı ve geleceğin kurgulandığı bir kurum olarak hizmetlerine devam edecektir.””
Documentarist 16. İstanbul Belgesel Günleri bu yıl gösterim alanlarını genişleterek CKM’yi (Caddebostan Kültür Merkezi’ni) de programa dahil etmiş. Şansıma, festivalde izlemek isteyeceğim filmler mahalleme geldi. Bu yıl, festival gönüllü ekibine katılıp CKM’de yapılan soru-cevap bölümlerinde moderasyon görevini üstlendiğim için filmlerle ilgili yönetmenlerle doğrudan sohbet etme fırsatım da oldu.
Belgesel filmlere yaklaşımım sosyolojik araştırma okuma hevesimden pek de farklılaşmıyor aslında. Sonuçta, ikisinde de bir dertlenme ve hikâye anlatılıcılığı var. Üniversitede İstanbul Film Festivali’nin (eğer adını yanlış hatırlamıyorsam) Hangi İnsan Hakları? bölümünü takip ettiğimi gören bir arkadaşım alay etmişti: “İnsanlar yabancı filmleri izlemeye gidiyorlar, biliyorsun, değil mi?” İyi de, o filmlerin çoğu ödül alıyordu, sonra da vizyona giriyordu. Oysa o dönem henüz dijital platformlar da olmadığı için çok az gösterim fırsatı yakalayan belgeselleri izlemek benim için daha öncelikliydi. Özellikle de bu konuda yerelci bir tavrım olurdu: Kim bu memlekette neyle dertleniyor ve onu nasıl anlatıyor? Festivallerde peşine düştüğüm asıl soru hep buydu benim. Bu yıl, Documentarist’te yine yerel yapımları izleyerek bu tavrımdan ödün vermediğimi baştan söylemek isterim.
İzlediğim filmleri bu postta kişisel beğenime göre sıraladım ama yıldızlı puan verme gereği duymadım. Sıralamanın gerekçeleri kısa yorumlarımda gizli.
Filmin başında öğrendiğimize göre Mihri’ye dair en yaygın argüman, New York’ta yokluk içinde öldüğü. Üstü kapalı, “başarılı olamamış” bir kadın ressam argümanı. Oysa, özellikle araştırmacı Özlem Gülin Dağoğlu’nun aktardıklarından Mihri’nin gittiği her ülkenin elit sınıfıyla bir bağ kurmayı başardığını öğreniyoruz.
Film, animasyonlar, canlandırmalar ve Mihri’nin yeğeni ressam Hale Asaf’a yazdığı mektup gibi farklı kaynaklarla seyirciye yeni bir sanat tarihi okuması sunuyor. Ancak bu okuma da salt bir gerçeklik sunma iddiasından öte “Kim Mihri” sorusuna yeni sorular ekliyor. Bu açıdan da film, Mihri’nin hayatının belgeselini değil; Mihri üzerine bir belgesel yapmanın hikâyesini anlatıyor daha çok. Belki de bu durum, yönetmen Berna Gençalp’in, soru-cevap bölümünde, filmin Mihri hakkında bulunan her yeni bilgiyle geliştiğini belirtmesiyle de doğrudan orantılıdır. Hatta belki filmin yer yer bende (beklemediğim bir şekilde) sanat tarihi dersine katılmışım hissi uyandırması da bu sebepledir.
Son olarak, “Kim Mihri” belgesel projesinin Türkiye sanat dünyasına en büyük etkisinin 2019 yılında SALT Galata’da açılan “Mihri: Modern Zamanların Göçebe Ressamı” başlıklı sergi olduğunu düşünüyorum. Film hem sergi hazırlıklarını da belgelemesi hem de sergi turuyla final yapması sebebiyle de unut(tur)ulan bir kadın ressamın hayat hikâyesi yerine bir hafıza projesinin dokümentasyonu olarak iz bırakıyor zihnimde. Ki bu da hafıza ve tarih yazımı arasında feminist pedagojiyi yeniden düşünmemiz için değerli bir örnek sunuyor.
Boşlukta
Kentsel dönüşüm projelerine dair yoğunluklu olarak şehrin hafızasını yerle bir olması ve soylulaştırma tartışılırken yönetmen Somnur Vardar, kamerayı, sektörün belki de en az konuşulanlarına, inşaat işçilerine çeviriyor. Filmde, dedeleri ve babaları gibi inşaatlarda duvarcılık yapan “Mardinli atanamamış öğretmen Ferhat ve kuzeni Emrah” hikâyenin odağında dursalar da asıl olarak inşaat işçilerinin çalışma ve barınma gibi temel hayat koşulları yakın plandan belgeleniyor.
Ödenmeyen ücretlerin, yorgunluktan haftalarca haberleşilemeyen ailelerin ve hayallerin konuşulduğu sohbetleri inşaatlar ve işçi barakaları arasında dolaşarak izleyiciye aktaran film, Türkiye’nin toplumsal yapılaşmasını da doğrudan gösteriyor: Soru-cevap bölümünde yönetmenin aktardığına göre Ferhat, yıllardır inşaatlarda çalışırken Kürt olmayan kimseyle karşılaşmamış.
Filmin toplumsal cinsiyet açısından en vurucu noktalarından biri de inşaat işçileri sendikasında yer alanlar dışında hiçbir sahnede kadın olmaması. Bu bağlamda, film, inşaat sektöründe kadınların beyaz yakalı işlerde çalıştıklarını ve sahanın erkek egemenliğini açıkça dile getirmeden aktarıyor.
Öte yandan, filmde tartışmalarını sıklıkla duyduğumuz ve Ferhat’ın da hayali olan Cezayir’e gidip çalışmak, inşaat sektörünün en bilinmeyen noktalarından biri olabilir. Bu tartışmalar hem Batı’ya doğru göçün inşaat işçileri için tersine hareketini hem de Cezayir’deki ücretlerin Türkiye’de bir iş kurmak için sermayeye dönüştürülmesi arzusuyla işçilerin inşaat sektöründen kurtuluş planını gösteriyor.
Böylelikle, Boşlukta, kentsel dönüşüm projelerinin en temel yapı taşı inşaat işçilerine odaklanarak kentsel planlamanın görünmeyen ya da başka bir ifadeyle görmezden gelinen işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının değerli bir belgelemesini sunuyor.
Kavur
Filmin tanıtım metninde, “Genç bir kadın, yönetmen Ömer Kavur’un filmlerindekine benzer bir yolculuğa çıkarsa tüm sıkıntılarının çözüleceğine inanır” cümlesini okuduğumda biraz şüpheyle yaklaştığım Kavur, yalnızlıkla ya da daha doğru ifadesiyle aidiyetsizlikle dertlenenlere sesleniyor. Filmde, yönetmen Fırat Özeler’in Ömer Kavur’un filmlerinden, röportajlarından ve hakkındaki yazılardan yola çıkarak hazırladığı metnin ana hattında ve çok az yer verilen röportajlarla, salt film yapma arzusunun beraberinde getirdiği bir yaşam irdeleniyor.
Bende “bir köşeye çekilip altını çize çize ve üstüne düşüne düşüne yeniden okuma” arzusu uyandıran metne yön veren görsel dil ve kurgu da aidiyet(sizlik) arayışını ve bu uğurda yapılan yolculuğu tüm olağanlıyla aktarıyordu. Heyecan, endişe, korku, yılgınlık, belki de boşvermişlik… Filmi izlerken arşiv ya da buluntu görsel olduğunu düşündüğüm mekânların, belgesel için özel olarak araştırılıp bulunduğunu ve filmde kullanılan görsellerin %80’inin de orijinal görüntü olduğunu soru-cevap bölümünde öğreniyoruz.
Filmin başka gösterimlerinde metni seslendirenlerin seçimine dair sert eleştirilerin geldiğini sonradan öğrendiğim Kavur, bence, varoluşla dertlenen az ama belki de öz bir kitleye sesleniyor. Çünkü film bir Ömer Kavur belgeseli sunmak yerine, Ömer Kavur’un hislerinin tahayyülü üzerinden bir hikâye anlatıyor.
Ulysses Çevirmek
“Ayaklı bir Kürtçe sözlük” olarak betimlenen Kawa Nemir’i merkezine alan filmde, Kürtçe’nin Türkiye’de verdiği varolma mücadelesi anlatılırken aslında bir sömürgecilik tarihi de izliyoruz. Bunun en temel göstergesi, Kawa Nemir’in İstanbul, Mardin ve Diyarbakır’da maruz kaldığı kurumsal ve toplumsal baskıların ardından yıllardır üzerinde çalıştığı James Joyce’un Ulysses kitabının Kürtçe çevirisini tamamlamayabilmek için Amsterdam’a iltica etmesi olabilir.
Yönetmenler Aylin Kuryel ve Fırat Yücel’in Kawa Nemir’i Amsterdam’da sık sık ziyaret ettiklerinde yaptıkları sohbetler ile arşiv görüntülerinin birleşiminden oluşan bir anlatı sunan film, soru-cevap bölümünde izleyiciler tarafından da dile getirildiği üzere zaman zaman odak kaybı hissi yaratıyor. Özellikle, Kawa Nemir’in Amsterdam’da mülteci olarak ev bulma sorunuyla yüzleştiği anlatıların net olmaması ya da yönetmenlerin Kawa Nemir olmadan Ulysses buluşmalarına katılmaları filmdeki anlatıyı bana yeniden düşündürttü. Ancak film, her haliyle, bir direniş hareketinin hafızasına değerli bir katkı sunuyor.
Düet
“Senkronize yüzme sporu sayesinde tanışmış iki yakın arkadaş ve düet partneri” Mısra ve Defne’nin 2020 Olimpiyatları’na hazırlanma sürecini mercek altına film, Türkiye’de spora yapılan yatırım ve kadın sporcu olma hallerinin farklı perspektiflerini tartışmaya açıyor. Mısra ve Defne’nin antremanlar ve yarışlarda kendilerinin çektikleri ve arşiv görüntülerinin birleşiminde yapılan kurguyla sadece iki genç kadının sporcunun hayatını ve sportif mücadelelerini değil, Türkiye’de spor dünyasının toplumsal cinsiyet ayrımcılığını da belgeliyor.
Yönetmenler İdil Akkuş ve Ekin İlkbağ, soru-cevap bölümünde, filmdeki dilin baştan düşünülmediğini; Mısra ve Defne’nin yüzme sporu ve kadınlık haliyle zaman içinde yaşadıkları değişim ve dönüşümün böyle bir anlatıyı ortaya çıkardığını belirtti. Bunun bir kurmaca değil organik olduğu da zaten filmin içinde anlaşılıyor. Film, böylelikle, kurduğu görsel dilin sadeliği içinde güçlü bir anlatıyla Türkiye’de kadın hareketini vurucu bir şekilde belgeliyor.
***
İstanbul Belgesel Günlerini tüm zorluklarına rağmen yıllardır devam ettirdikleri için tüm Documentarist programlama ve gönüllü ekibine mille mercis!
Bundan yıllar önce, Zarif ve Dinen Makbûl‘e dair ilk düşünceler zihnimde belirmeye başladığında, araştırma sorumun ham hali şuydu: siyasi muhafazakârlıktaki değişim nasıl oluyor da muhafazakâr hayat tarzları üzerinde hızlı bir dönüşüme yol açıyor?
s. 157
ODTÜ’de yürütülen doktora araştırmasına dayanan bu kitapta, araştırmacı Aksu Akçaoğlu, Ankara’nın tek bir semtine odaklanarak Çukurambar’da, makbûl muhafazakâr vatandaşın izini sürüyor. Zarif ve Dinen Makbûl: Muhafazakâr Üst-Orta Sınıf Habitusu başlıklı çalışma, İslâmcılık ve muhafazakârlık arasındaki geçişken ilişkiyi içeren literatür tartışmasıyla birlikte, ilk olarak, kavramları tanıtıyor.
Kısacası, muhafazakârlık-İslâmcılık ayrımı sentetiktir. İslâmcılık muhafazakârlığın Türkiye’de bürüntüğü formlardan biri olup yakın bir geçmişe kadar meşru muhafazakârlık sınırlarının dışında kalmıştır. AKP’nin kurulmasıyla İslâmcı muhalefet düzenle bütünleşmekle kalmadı, aynı zamanda meşru muhafazakârlığın tanımını, İslâmcılığı kapsayacak şekilde genişletti. Dolayısıyla, çalışma boyunca muhafazakârlık kavramını kullandığımda, İslâmcılıktan farklı bir görüşü değil, İslâmcılığı da kapsayan daha genel bir siyasi görüşü kastediyorum.
s. 19
Çukurambar’daki değişimi gözlemleme gayesi tabii ki tesadüfi bir istek değil. Araştırmacının sunduğu Türkiye yakın dönem siyaset tarihine dair mahallenin sosyo-ekonomik tasfirinin ardından öğreniyoruz ki, AK Parti milletvekilleri, 2002’deki seçimleri takiben, Çukurambar’a taşınıyor ve bu da eski bir gecekondu mahallesi olan bölgenin sınıfsal değişimini hızlandırıyor.
Mahalledeki vekil yoğunluğu, Çukurambar’daki dönüşümü daha da hızlandırdı. Mahallenin alt yapı ve yol sorunları hızlı bir şekilde giderildi. Buna ek olarak, belediye mahalledeki binalar için getirdiği kat sınırını artırma kararı aldı. 2002 öncesi inşa edilmiş ve genelde on katı geçmeyen apartmanlarla karşılaştırıldığında, yeni çok katlı binalar mahalledeki nüfus yoğunluğunu arttırdı.
s. 73
Çalışmanın zemini etnografik veriye dayanıyor. Bourdieu’nün habitus kavramını çok sık görülmeyen bir kentsel araştırma yöntemi olarak kullanan araştırmacı, sahayla, mahallede Mesnevi sohbetlere ve ney kurslarına katılarak ilişkileniyor.
Yabancısı olduğum muhafazakâr orta sınıfların sosyal hayatlarını yakından gözlemlemekle kalmadım, ayrıca bu hayata katılımımı da incelemeye dâhil ettim. Böylelikle, muhafazakâr habitus araştırmamın hem konusu hem de yöntemine dönüştü.
s. 54
Araştırmanın en ilginç yanlarından biri uygulanan etnografik yöntem. Habitus, Bourdieu’ye göre kişinin her yere birlikte taşıdığı bavuludur. Toplumu ekonomik ilişkilenme üzerinden incleyen Bourdieu’ye göre, bavulumuzu sahip olduğumuz sosyal, ekonomik ve kültürel sermayeler oluşturur. Buna göre, araştırmacının kendi habitusunu katılımcılık ötesinde araştırma konusunun faili olarak incelemeye dâhil ettiğini görüyoruz. Başka bir ifadeyle, bireyin, araştırma konusu olan habitusu nasıl edindiğini kişisel deneyimiyle inceliyor.
Etnografik bir araç olarak habitus, aslında katılımlı gözlemcilikle benzeşir. Fakat, katılımlı gözlemcilik, yerlinin bakışıyla gözlem yapmanın önemini vurgularken, habitus düşünümsel bir şekilde gözlemlenmek üzere, katılımı etnografik araştırmanın merkezine taşır. Bu nedenle, habitusu temel alan bu etnografik yöntem, gözlemci katılımcılık olarak adlandırılabilir.
s. 56
Yaptığı bir dizi literatür araştırması, gözlem, katıldığı eylem ve mülâkatlar sonunda araştırmacı, günümüz makbul üst-orta sınıf muhafazâkarın dini hasssasiyetlerle belirlenen tüketim alışkanlıklarından yola çıkarak tanımını yapar. Araştırmacıya göre bu tanım yeni bir kimlik inşaası içermemekle birlikte, kitlesel tüketim alışkanlıklarına dinen makbûl bir biçim verilmesidir.
Bugünün makbul muhafazakârı her şeyden önce, ekonomik ürünlerle kurulan yeni bir ilişkinin ürünüdür: Lüks sitelerden alınan ve gösterişli bir şekilde döşenen daireler, rengârenk tesettür estetiği ve beden fetişizmi, rafine damak tadı arayışı ve çocukların eğitimi için ayrılan büyük bütçeler muhafazakârların ekonomik ürülerle kurdukları yeni ilişkileri temsil eder.
s. 109
Son olarak, bu araştırma, okuyucuya, gerçek müslüman kimliği, muhafazakâr yaşam ve kapitalizm eleştirisi, lüks tüketimin islâmdaki yeri ve muhafazakâr yaşamla şekillenen siyasi görüş tartışmalarına dair zengin bir içerik sunuyor. Örneğin, üst-orta sınıf muhafazakâr habitusun nasıl oluştuğunun izlerini süren araştırmacı, görüşmecilerinin hepsinin AK Parti döneminden memnun olduklarını belirtiyor.
Sahada neredeyse herkesten duyduğum ortak şikâyet, AKP öncesi sosyal hayatta maruz kalınan laik baskılardır: Hatice türbanlı olduğu için, mesleği olan öğretmenliği yapamadı; Burhan Yeni Şafak okuduğu için iş arkadaşları tarafından dışlandığını düşünüyor; Eren üniversitede öğrenciyken hocalarının muhafazakâr öğrencilere karşı çifte standart uyguladığını düşünüyor; Mustafa tesettürlü olan eşiyle önceleri Kızılay’da dolaşırken kendilerine kötü bakıldığını ifade ediyor.
Over a year, I have been conducting a research on archiving born digital materials, and my main focus is on occupy movements in Istanbul and New York, and autonomous archives. More precisely, I’m conducting a research on video activism, and their archival practices. By leaving the details of my doctoral study aside, I would like to share my (so far) unsuccessful attempt to visualize a media archival data set, and my case study bak.ma.
bak.ma is a video collective, an anonymous, autonomous, and open access digital media archive of social movements happening in Turkey. “From Gezi to Tekel workers resistance, 19 January to Hewsel, it aims to reveal the near political history of Turkey with audio-visual recordings, documentation and testimonies.” In other words, it is a way of collecting urban witnesses.
In my visualization project, my principal aim is to present the relationship between space and collective memory through visual testimonies of social movements in Turkey. Since I’m a PhD student in urban studies, I aspire to develop a digital project where one can browse all videos recorded in a city/neighborhood/street, and examine urban temporalities. In this framework, the goal is to set up a map with videos that one can play. Furthermore, the desire is to link videos through particular tags. Hence, one can continue to discover more urban temporalities in other parts of the city/in other cities, and might have the opportunity to conduct comparative analysis.
data set & methodology
bak.ma is an open to public archive. You can browse images and texts, and play videos without any registration. Signing up/logging in provides you many editorial features, such as uploading, downloading, and editing images, and adding and editing annotations. Indeed, registered users do not have access to get archival data set. Therefore, as a first step of my meta data project, I requested the archival data set from bak.ma via email. Since I know the collective members, it was easy to get in contact, and receive the data set. It is a list of 20 pages in html format, and composed of 1,022 videos.
At first gaze, it was not possible to distinguish the columns/cells in the data set, but it was pretty clear that it has its own logic. In order to discover it, I went back to archive’s website.
On the website, it is obviously seen that archive can be arranged in five dimensions: Date, categories, tags, keywords, and time of day.
From the html list I chose videoccupy as a keyword, and started to browse archive with the objective of finding its link in the data set: Is it a category, tag, or user name?
On the website, there are 29 videos categorized under videoccupy, but the data set listed videoccupy 18 times; 17 lines starting with videoccupy, and 1 mentioned in the video caption. Meanwhile, I found out on the website that the video is categorized under Gezi. So, through videoccupy keyword, I couldn’t find any direct relationship between the data set in my hand and the archive on the website.
Then I started to view the archive in different forms with the idea of “catching some relations” through different listings: View as list, as grid, with timeline, with clips, as clips, on map, and on calendar.
When I view the archive as a list, I have seen that there are further available data: Title, date, location, tags, language, and duration. Then I went back to my data set, and did a little research for “language”, and the result was null. It does not exist in there.
Then I viewed the archive on map, and I came across with a mapping similar to the one in my mind. Indeed, it was not easy to find small dots, as their sizes are directly related to the number of videos recorded in that neighborhood. Especially, finding a few videos coming from the southeastern of Turkey was impossible. And I could not.
As a result, my data set did not work. But meanwhile I discovered what I need to develop a map like the one in my mind: Date, location, and tags. My first plan is to convert the data list in html into xml / csv. I’d probably have to rewrite all data set, because there are two different data sets including the information that I need.
My next question targets to analyze archival practices: The correlation between the date of record and date of upload. I’m aware that bak.ma collects found footages, and upload them regularly. But, what is the frequency of uploading very recent videos of very recent social movements?
Last but not least, I’d be very happy to hear your comments. Since it is partly linked to my doctoral research, any contribution, in terms of research questions and/or tools, will be appreciated.
This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Cookie settingsACCEPT
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are as essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.