The Art of Narrating Mobility: “Exile Is A Hard Job”
|

The Art of Narrating Mobility: “Exile Is A Hard Job”

The Turkish Nil Yalter, who was born in Cairo in 1938 and grew up in Istanbul, has been living and working in Paris since 1965.

I was visiting Cologne for the weekend, and visiting Yalter’s exhibition was highly recommended by a friend of mine living in the city. The welcoming statement explains simply her enthusiasm: “Exile Is A Hard Job”; a quote from Nâzım Hikmet—the famous poet born in Turkey and died in exile, in Moscow.

Even though the exhibition title is directly linked to the concept of migration, Nil Yalter is concerned with mobility. She narrates the story of mobilization, in its very simple form of moving from one place to another. The reason for mobilization, its frequency, and the location in the national and international level might differ. 

Estranged Doors is part of the 1983 series Exile Is a Hard Job. Eight photographs, portraits of four Turkish immigrants, are arrange around a text block. The text is a Turkish poem by Hasan Hüseyin Korkmazgil. He uses the image of a door to draw attention to a transnational space: a door is passed through, the previous room is left behind, and the new room lies ahead. The feeling of leaving and having not yet arrived is comparable to the situation of migrants. In the poem, doors not only lead to the estrangement mentioned in the title but also to servitude. 

In a wide range of topics from the death penalty execution on May 6, 1972 in Turkey to the migration history from Turkey to Europe, and by applying various medium from painting and installation to video art, Nil Yalter tells a series of stories concentrating on mobility by putting forward the aspect of body, particularly female body. In her art, Yalter exposes female bodies from the perspective of mobility in various spaces. Additionally, she displays the similarities and differences of the female body’s mobility in different geographies.

For Neunkirchen (1975), Nil Walter accompanied two women from the village of the same—Ms. Meisel (a cleaner) and Ms. Schmidt (a worker at a dairy farm)—in their daily work. Yalter’s camera focuses on the simple jobs performed by the workers. The de-personalization makes the monotonous, servile, and disempowering activities visible. The jobs performed by women, including caring for the elderly, raising children, and household chores, often go unrecognized and unappreciated. They take place in the hidden, private space associated with the female sphere. This is contrasted with a video showing two men doing target practice. 

Nil Yalter – I am from www.art-beats.de on Vimeo.

The photographs in Algerian Marriage in France (1982) document the multi-day wedding celebrations of an Algerian immigrant family. The six photographs show the same group of women and children playing music, dancing, and laughing together in an elaborately decorated room. The traditional absence of men raises questions about gender-specific role models and spaces. Only at the wedding do the bride and groom finally meet. It seems as if the artist has removed the originally rich colors from the scenes and transferred them to the frames inspired by the wall decorations in the photos. She uses geometric shapes and bold colors, as in her abstract paintings from the 1960s. 

Nil Yalter traveled to the Anatolian region of Niğde in 1973. She captured her impressions of nomadic lifestyles in nine collages with drawings, photographs, found materials, and handwritten labels. In a collage, four photographs document how sheep’s wool is processed to make felt. Another collage shows a container for transporting fragile teacups. Other collages describe the structure and dimensions of a yurt. Finally, Yalter built what at first glance seems to be an authentic Topak Ev (1973) (Turkish for “round house”). The portable tent, which can be assembled and disassembled, allows people to move around flexible to search for food and water. On the tent are lines from a novel by the author Yaşar Kemal, which deal with the continuing exile of nomads. Land-owners and governments forced them to abandon their nomadic lives and move to the suburbs of Turkish cities, where they began to work in factories. 

In Topak Ev, with the yurt Yalter shows a private space associated with the female sphere. As young girls, the nomadic people living in the Anatolian steppe begin to make their own yurt as well as the decorations and tools for their future household. These make up their dowry, while the husband contributes a herd of cattle as capital to the marriage. The tent is the limited space in which the wide lives and works and which, with few exceptions, she is not allowed to leave. She determines who enters it. Topak Ev is a symbol of both female empowerment and oppression. 

Nil Yalter’s concern with mobility showed itself as an outdoor activity of the exhibition, and she made murals with her exhibition’s poster. In the last part of the exhibition, eventually, the artist narrates the mobility from the experience of her own feminity and body from the perspective of mobility in the city of Cologne. Consequently, by calling visitors to mobilize, by preparing—in three languages—free exhibition guide, and by making a documentary film on the (her)story of the artist and her show in Museum Ludwig, the exhibition was absolutely inspiring. 

  • All quotations are from Exhibition Guide 
  • Photos by ecartan 2019 

Eksik kalan “Yüzyıllık Aşk”
|

Eksik kalan “Yüzyıllık Aşk”

İstanbul Modern’in Yüzyıllık Aşk sergisinin dijital arşivini duyunca heyecanla sitenin adresine tıkladım: http://yuzyillikask.istanbulmodern.org/

DAN! Duvara çarptım. Üye olmadan girilemiyor mu? Döndüm yanımdakine sordum. Ben de baktım, üye olmak gerekiyor diye çıktım siteden, dedi. Döndüm siteye bir daha baktım. Meğer yukarıda gizlenmiş menü. Biz iki internet kurdu site tasarımını ilk denemede çözmekte başarısız olmuştuk. Yılmadım. Üye oldum. Hevesle eserler arasında dolandım. DAN! DAN! Afişleri neden tam göremiyorum? Yarısından filmi tahmin etmek mi gerekiyor?  Görselin üstüne tıklamalıymışım tam boyutuyla görmek için.  Tek tek. Eğer “sıradaki” diye gezersem büyütülmüş görselleri, galeriyi yekpare gösteriyor ve farklı kategoriler altında oluşturulan galeriler arasındaki geçişi göremiyorum. Ayrıca resim büyükken onu koleksiyonuma da ekleyemiyorum, paylaşamıyorum. Büyük görselden çık, küçüğünde beğen, sıradaki görseli büyüt, beğendiysen tekrar küçült… Yoruldum. 5 eserden sonra bıraktım.

Aaa bu filmi hatırlıyorum, çok eskiden izlemiştim, konusu neydi acaba, tam hatırlamıyorum, diye düşünürken buldum bir de kendimi sık sık. Yüzyıl diyor. Hatırlamamam normal. Peki neden hafızama bir yardım yok? Kısa bir paragraf. Bazı eserlerin altında yazıyor. Örneğin dergiler. Derginin adı, yılı ve ödünç alınan arşiv. O kadar. İsim etiketi gibi. Kimliği yok. Esere dair bir bilgi yok yine. Peki bu site neden var?

Sergiye, konusunda uzman yazarların sinema ve seyirci ilişkisini ele alan yazılarının yanı sıra görsel arşiv malzemesinin sunulduğu kapsamlı bir katalog ve şu anda ziyaret ettiğiniz web sitesi eşlik ediyor. Web sitesinde Türkiye sinema tarihinin seyirciyle ilişkisinin kaydını tutan görsel arşiv malzeme ve ziyaretçilerin beğenilerine göre sergiden kendi seçkilerini oluşturarak sosyal medyada paylaşabilecekleri bir panel yer alıyor. Bu çalışmayla serginin daha geniş kitlelere yayılması ve arşivin sergi bitiminden sonra da ziyaretçiyle buluşması amaçlanıyor. – Sergi Hakkında

Sergilerin dijital ortama aktaralmasında amaç ne, hedef kitle kim? Soruları dönüyor yine kafamda. Bu internet sitesi sergiyi ziyaret edenler için mi hazırlanmış? Evet, bunu görmüştüm ve bu aslında şöyle bir şey anlatıyor, bunu koleksiyonuma alayım. Mı demeliler? Ben gezmedim. Bu platformdan da sergi hakkında bilgi alabiliyorum ama serginin sunduğu bilgiler hakkında herhangi bir şey öğrenemiyorum. Araştırma sergisi. Araştırmaya dair bilgi yok. Araştırma ekibi var, sergi ekibi var. Sonuç? Sitenin galerilerinde gördüğünüz 88 eser. Eserlerden ve sergi salonundan örnekler. Gidip görebilmek istiyorum. Kesinlikle. O zaman internet sitesinin amacı müzeye ziyaretçi çekmek mi? Peki hiç gezemeyecek olanlar? Zaman ve mekan kısıtlaması olanlar? Daha geniş kitlelere ulaşsın sergi, sosyal medyada paylaşılsın. Peki, hakkında konuşma oranı arttıkça mı başarılı sayacağız bir sergiyi, yoksa içeriğini aktarabildiğinde mi?

Sitenin bir diğer eksiğinin de oluşturulan koleksiyonun paylaşımına dair olduğunu düşünüyorum. İsterdim ki izleyici kendi notuyla birlikte oluştursun koleksiyonu. Paylaşılan bir koleksiyonu gezerken ben, koleksiyonuncunun notlarını okuyabileyim. Onun ilgi alanlarını, serginin ve eserlerin onda bıraktığı hissiyatı ya da hatırlattıklarını keşfedebileyim. Belki ben de o notlardan yeni bir şey öğrenebilirim. Araştırma sergisi değil mi bu, belki sergiye de katkısı olur. İsterdim ki bir koleksiyon yazısı yazabileyim. Neden bu koleksiyonu oluşturduğumu sosyal medyada paylaşırken yazdığım notla sınırlı kalmasın, koleksiyonumla birlikte dursun orada. Hatta isterdim ki bu koleksiyonlar bir yerde biriksin. Başkalarının koleksiyonuna da bakayım. Ya da izleyiciler bir eser seçsinler ve onunla ilgili bir şeyler yazsınlar, o bir yerde biriksin. Eserlerle ilgili internette daha fazla linke ulaşmak da isterdim. Internet teknolojilerinin en büyük değeri hyperlinkler. Değil mi? Katman katman dolaşıyorsun sanal dünyada.

Belki geliştirilecek bir projedir. Sergi bittikten sonra eklenecektir diğer eserler. (Telif vb.’nin de farkındayım.) Gönlümden geçen dijital sergi platformu dileklerimi sıraladım ben peşpeşe.

Bir de merak ediyor insan, internet sitesi ziyaret oranıyla, koleksiyon oluşturma oranı arasında nasıl bir oran var? Sitede kalma süresi, sayfalar arasında gezinme… Oluşturulan koleksiyonlara dair bir değerlendirme yapılıyor mu?

Keşke bu verileri de paylaşsa İstanbul Modern ve biz müzebilimciler de biraz mesleki bilgi edinebilsek.

Unutmadan, benim hazırladığım koleksiyon da burada.

New York’ta öğle yemeği
| |

New York’ta öğle yemeği

Bu öğlen ne yiyelim?
Gündelik hayatımızın en sıradan sorusu belki de, ama bir yaşam pratiğinin de en temel göstergesi. NYC Şehir Kütüphanesi, Haziran 2012 – Şubat 2013 tarihleri arasında düzenlediği, New York’ta Öğle Yemeği (Lunch Hour NYC) başlıklı sergiyle, kentin öğle yemeği stereotiplerini ortaya çıkartıyor. Serginin en heyecanlandırıcı tasarımlarından biri de internet sitesi. Zaman ve mekan sınırlarının ortadan kaldırıldığı online sergi tasarımıyla New Yorkluların öğle yemeği tercihlerini her zaman keşfetmek mümkün.

”New York’ta her şey başka yerlere göre farklı yapılıyor – fakat yemek farklılıkları diğer bütün beşeri ekonomi kollarındaki farklılıklardan daha çarpıcı.” – George Foster, New York in Slices, 1849

Elma ile sembolleşen bir şehrin yemek kültürü üzerine düzenlediği sergi birçok kent müzesinin irdelemeye çalıştığı konuları mercek altına alıyor; Hangi yemek kültürü, şehirde ne zaman ortaya çıktı? Göçmenlerin yanlarında getirdikleri yemek tarifleri, zenginlerin tercihleri, yoksullar için düzenlenen yardımlar…

Şehrin yemek kültürü hikayesini anlatmanın yanı sıra, NYPL tarafından, sergiye paralel bir dizi etkinlik de düzenlenmiş; öğle yemeği saatinde Bryant Park’a gelen yemek kamyonu, gençlere yönelik yaz yemek kursları ve sergiye özel hazırlanan ve tamamen yemek kültürü üzerine metin, görsel paylaşımında bulunan Tumblr ve Twitter sayfaları…

lunchhour-nypl-2

”Hem aklınızı, hem karnınızı doyurun” – Bryant Park ve New York Şehri Yemek Kamyonu Birliği ile yapılan işbirliğiyle serginin gündelik hayatın bir parçası haline gelmesi sağlanmış. Pazartesi’nden Cuma’ya 11:00 – 15:00 saatleri arasında bir yemek kamyonu Bryant Park’ta sadece bu sergiye özel yemek satışı yapmış. Hem de her gün farklı bir kamyon, farklı bir mönüyle. Satışlardan elde edilen paranın bir kısmının NYPL’ye aktarıldığı düşünüldüğünde, ufak boyutlu bir fon geliştirme projesinin de başarıldığı söylenebilir.

Gençlere yönelik yemek kurslarıyla müzenin, yemek kültürünü gelecek nesillere taşımayı amaçladığı açıkça görülebiliyorken, bu amaçla planlanan asıl çarpıcı proje yemek projelerinin tercüme edilmesi: Mönüde ne var? 1840’tan bugüne gelen geniş bir yemek mönüsü koleksiyonuna sahip olan NYPL, Nisan 2011’de başlayan bu proje ile birlikte araştırmacıların bütün detaylı sorularını yanıtlamayı amaçlıyor. Tarihçiler, akademisyenler, roman yazarları, şefler ve yemek kültürü meraklılarının farklı dönemlere ait fiyatlandırma, yemekler, yemeklerin düzenlenmesi vb. detaylı soruların peşine düşüyorlar. Arşivlerini dijitale aktarıp, tercümede gönüllülerden yardım isteyen NYPL, bugün 390,000’den fazla tekil yemeği internet ortamında meraklısına sunuyor. Bugün ne pişirsem? sorusunu bile ortadan kaldırabilecek bu çalışmanın sadece akademik çevreyi ve araştırmacıları heyecanlandırmadığı kesin.

lunchhour-nypl-3

Sergi tasarımında, planan yan etkinliklerle birlikte iletişim modelinin de detaylı olarak düşünüldüğü açıkça görülebiliyor. Şüphesiz sosyal medya da unutulmamış. Tumblr ve Twitter sayfalarında sadece yemek üzerine yapılan paylaşımlarla hem serginin sürekli olarak hatırlatılması sağlanmış, hem de yemek kültürü üzerine Web 2.0 dünyasına dair bir arşiv oluşturulmuş. Sergi izleyicilerini kendi öğle yemeklerinin fotoğraflarını çekmeye ve Tumblr sayfasında paylaşmaya davet eden NYPL, bugün sosyal medyanın önemli paylaşım akımlarından birine dair kanalı da oldukça akıllıca bir şekilde iletişim modeline eklemiş. Sosyal medya kullanıcıları arasında yemek fotoğrafı paylaşımı o kadar yaygın bir tavır ki sonunda kendi adını bile oluşturdu; Yemek pornosu (Foodpornography). Bu konuya dair birçok farklı araştırmanın, makalenin olduğu günümüzde yemek kültürü üzerine sergi düzenleyip, onu eklememek büyük eksiklik olurdu.

İkonik NYC yemeklerini keşfetmek ve kendi öğle yemeği tercihlerinizi NYC stereotipleriyle karşılaştırmak için sergiyi buradan ziyaret edebilirsiniz.

Augmented Reality: Bringing Interactivity into Museums
|

Augmented Reality: Bringing Interactivity into Museums

Geçtiğimiz Ocak ayında Münih’te yapılan Digital Life Design (DLD) Konferansı katılımcıları Bavarian National Museum’da augmented reality (arttırılmış gerçeklik) teknolojisi ile geliştirilmiş interaktif rehberli tur projesini deneyimlediler. Augmented Reality, tarihi eserler ile gündelik hayatımızın sıradan bir parçası haline gelen djital hayatlarımız (sanal yaşam) arasında bir bağ kuruyor. Eserlerin yanında sıra sıra dizili etiketleri okumaya çalışmaktan ve sergi salonları boyunca kulağımıza fısıldayan sesli rehberlerden daha heyecanlı olduğu kesin. Bu teknolojiyle tanışmak, müzelerde nasıl kullanılabileceğini incelemek için aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz.

The participants of the Digital Life Design (DLD) Conference, organized in January 2014 in München, had chance to experience the interactive guided tour project developed with augmented reality technologies in the Bavarian National Museum. Through Augmented Reality technologies, it is possible to connect the inevitable digital life of our everyday life with historical art pieces. The video below introduces us this technology and presents how it can be useful in museums. 

Proje hakkında daha fazla bilgi almak ve DLD Konferansı’nın Müzelerden Playstation’a başlıklı oturumunu izlemek için the Augmented Blog‘a göz atmanızı öneririm. Müzelerde dijital projeler üzerine verimli konuşmalar içeriyor.

For further information about the project, you can take a look to the Augmented Blog. There you can also find the video titled as “From Museums to Playsations” from DLD Conference. It provides useful information about digital museum projects. It is recommended.

augmented-reality-2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Images: the Augmented Blog.