Recently, I developed a newfound interest in reading autobiographies of Influencers. I yearned to understand how they forged their online personas, achieved virality on social media, and coped with the myriad costs of fame in the Influencer industry. Among the tales that captivated me the most was that of @Jillisblack. Her story stands out not…
Recently, I developed a newfound interest in reading autobiographies of Influencers. I yearned to understand how they forged their online personas, achieved virality on social media, and coped with the myriad costs of fame in the Influencer industry. Among the tales that captivated me the most was that of @Jillisblack. Her story stands out not just because she is Black and queer, but because she has been attuned to her audience’s expectations in the culture industry since the moment her first video went viral on Facebook in 2016. Her narrative unveils the complexity of today’s Influencer economy, where the valuable currency is the sale of one’s persona.
Apart from three years in New York, Orhan Pamuk has spent all his life in the same streets and district of Istanbul, and he now lives in the building where he was raised. Pamuk has been writing novels for 40 years and never done any other job except writing.
İlk okuduğum zamandan beri düşünüyorum. Nasıl bir ayrıcalık! Bir de nasıl bir kararlılık? Aralıksız ve hatta sadece düzenli yazabilmek için, evet, öncelikle başınızın tepesinde bir çatı, sonrasında da karnınız tok ve sırtınız pek olmalı. Ancak sebat etmeyince olmuyor. Ya o yazılar tek oturuşta yazılıyor sanılıyor ya da tamamen ilhama bağlı sanılıp kutsallaştırılıyor yazı. Oysa tamamen disiplin işi. Bazen masanın başına ne yazacağını bilmeden oturmak ama yine de oturmak. Bir gün önce yazdıklarına bakıp “bu paragrafı bitirdiğime mi sevinmişim!” diye hayıflanmak ama o masadan yine de kalkmamak. O disiplini öğrenmek. Blog yazmaya o yüzden başlamıştım. “İyi yazmak için düzenli yazmalısınız” demişti Ali (Ergur) Hoca. Orhan Pamuk’un da her gün aynı saatlerde masasının başına, bazen ne yazacağını bilmeden, oturduğunu okudum sonra bir gün. Vardır bir bildikleri.
Sosyal medya ilk başta blogları bir canlandırdı. Facebook ve Twitter takipçilerinden trafik sağladı. Bloggerlara görünürlük kattı. Sonra ne oldu da rüzgâr döndü derseniz, Instagram bütün ekonomiyi ele geçirdi. Yazı uçup görsel kalınca şirketler pazarlama yatırımlarını Instagram postları ve hikâyelerine aktardı. Influencer mesleki bir ünvan oldu. Eğer kendi markaları yoksa, herhangi bir doğrudan satış yapmıyorlar ama birilerinin takipçilerine satış yapması için aracı oluyorlar. Pazar çok kalabalık ve ürün akışı çok hızlı. Dolayısıyla üretilen içeriklerin sayısı da. Blogların sonunu getiren de bu hız oldu. Bugün hâlâ yayına devam eden blog tarzı online yayın sitelerinin asıl hareket alanı yine sosyal medya. Bu alandaki hareket, gün başına yayınlanan blog yazısı ile paylaşılan sosyal medya postları arasındaki farktan görülebilir. Eğer sosyal medyayı sadece yayınlanan blog yazılarını duyurma amaçlı kullanıyorsanız, geçmiş olsun. Algoritmalar sizi listenin en sonuna attı bile. O zaman bu ortamda ben niye “back to blogging”? Kendim için.
Pamukçum kadar ayrıcalıklı olmasa da ben de hayatımı bugüne kadar hep yazı üzerinden kazandım. Yaptığım işlere göre yazının biçimi hep değişse ve ben bu sebeple zaman içinde farklı yazı tekniklerini öğrenmek ve geliştirmek zorunda kalsam da yazabildiğim işlerde çalışmak benim tercihimdi. Ancak kendim için çok uzun zamandır yazmadığımı fark ettim. Uzun zamandır bir yazıyla dertlenmemişim. Çünkü aslında o masanın başına oturtan o dert. O aklını kurcalayan ve birbirine bağlamaya çalıştığın düşüncüleri layıkıyla ifade edebilmek. Uzun zamandır başkalarının derdini üstleniyorum. “Şu konuda şu çerçevede şöyle bir mevzu var, ne diyeceğiz, nasıl yapacağız?” Oturuyorum masanın başına. Onlar gibi düşünmeye çalışıyorum. Ne derdi, nasıl derdi? Neyi doğrudan söyler, neyi mutlaka ima eder ama temkinli de davranırdı? Zaman nasıl da geçti… Oysa benim bambaşka dertlerim vardı. Unutturdular. O yüzden, back to blogging!
@ecartan, Kreuzberg/Berlin, 2022
Ne yazacağımı biliyorum ama adını tam koyamıyorum. Blogging’den uzak kaldım ama gündemim genişledi. Göç ve toplumsal cinsiyet hakkında daha çok düşünüyorum artık mesela. Ya da toplumsal ahlakçılığı ve LGBT düşmanlığını. En çok da müzelerin güncel politik tartışmalar karşısındaki tavırlarını, katkılarını, tepkilerini ve planlarını merak ediyorum. Müze çalışanları arasında ne kadar gündem oluyor mesela ırkçı saldırılar, feminist tartışmalar, LGBT topluluklarına yönelik baskılar? Gündem oluyor derken şundan bahsediyorum: Bir sergi üzerinde çalışırken sanatçısından sponsoruna kadar serginin iştirakçileri hakkında nasıl bir politik tavırla tercih yapılıyor? Apolitik olmak politik tavır mıdır?
Her şey bu kadar hızlı değişirken, hem Türkiye’de hem de dünyada daha bir tartışmanın ateşi soğumadan yeni bir gündem ortaya çıkıyorken, müzecilik hakkında sadece sergilerden, aydınlatmalardan ya da PR kampanyalarından konuşmak yeterli görünmüyor artık. Bugün, müze politikalarından konuşurken, öncelikli olarak, farklı toplumsal grupların müzeye eşit erişim haklarından, dekolonizasyondan, marjinalleştirilen grupların eşit temsiliyetinden, toplumsal cinsiyet eşitliğinden, iklim krizinden ve çalışanların adil ücretlerinden bahsetmek gerekiyor.
Müzede çalışıyorsunuz ve dövmeniz mi var? O zaman Paul Orselli ve Beth Redmond-Jones tarafından geliştirilen müze blogları projesine katılın, dövmenizin fotoğrafını gönderin ve hikayesini anlatın: Museum People’s Tattoos.
“Many museum folks have a love for tattoos—their cultural significance, their artistic quality, their documentation of the natural world, and some, just for their own personal meaning. For years, we have talked about tattoos, the ones we want, the design, the stories behind them, and the artists who create them. So, lets post our tats and our stories!”
Want to share your own story and tattoo? // Kendi hikayenizi ve dövmenizi paylaşmak ister misiniz? Follow the link // Linki takip edin –> Museum People’s Tattoos
I’ll send mines asap! // Ben de en kısa zamanda göndereceğim!
😉
#MuseumWeek sona erdi! Geçtiğimiz hafta boyunca etkinliği MMKD adına Elif Koçak takip etti, etiketleri yaydı ve çok da güzel yaptı. Türkiye’den müzeler ve müze izleyicileri de etkinliğe katıldı. Peki nasıl?
#MuseumWeek tarafından hazırlanan dijital rapora göre Türkiye’den en popüler müzeler listesi ve paylaşımları şöyle:
Detaylara tıklayınca şöyle güzel bir not çıkıyor; diğer müzelerle konuşma oranı SIFIR.
Türkiye’de müzeler ne zaman birbirleriyle konuşacak?
Müzelerin attıkları tweetleri ve bu tweetlerin etkileşimini raporda detaylı incelemek için: Twitter Space
The Huffington Post‘ta çıkan haberi gördünüz mü? MoMA, “Sergiler Tarihi Arşivi” kurmuş. Yani, müzelerin internet sitelerindeki “geçmiş sergiler” sekmesinin o alışılagelmiş durağan yapısını bozan bir proje: MoMA Exhibition History.Arşive herhangi bir sanatçının adını yazıyorsunuz, hangi sergilerde yer aldığı çıkıyor karşınıza. Telif hakkı tabii ki bir sıkıntı, onu da kendi koleksiyonlarında olmayan eserlerin doğrudan görsellerini vermek yerine, sergi salonundan fotoğraflar paylaşarak aşmış görünüyorlar.
Ben, örneğin, Andy Warhol yazdım ve sanatçının yer aldığı bütün sergiler listelendi.
Sergide yer alan bütün sanatçılar listelendi. Bir daha Andy Warhol ismine tıkladım ve sonraki sayfada sanatçının MoMA online koleksiyonunda yer alan bütün çalışmaları bir arada karşıma çıktı.
MoMA Arşivler Şefi Michelle Elligott ve Dijital İçerik ve Strateji Direktörü Fiona Romeo tarafından geliştirilen projenin en önemli özelliği, sanırım, yaşayan bir arşiv olarak kurgulanması. Yani, zamanla buraya daha fazla doküman eklenecek.
Bu sadece, MoMA geçmiş sergilerini online erişime açıyor, şeklinde yorumlanacak bir çalışma değil. Bu proje, başlı başına böylesine bir online arşiv, MoMA’nın sanat tarihindeki yerine dair bir dolu araştırma için de kaynak olabilecek. Başka bir ifadeyle, bu arşiv, MoMA merkezli bir dolu tarihi çalışmanın gerçekleştirilebilecek olması demek. Üstelik bunun için New York’a gelmeye de gerek yok. Bu açıdan, kurum arşivlerinin demokratik ve erişilebilir olması için de şahane bir örnek.
Böyle bir proje tabii ki MoMA’dan çıkacaktı. Dijital İçerik ve Strateji Direktörü diye bir pozisyon var müzede, ya ne olacaktı!
Bir de bu vesileyle şunu da paylaşmak gerekir, Türkiye’de de arşivler kamusal erişime açılıyor yavaş yavaş. Daha henüz kişisel bağış seviyesinde ilerlese de, bu hareketlenmenin kurumsal arşivleri yeniden düzenlemeye doğru iteceğine inanıyorum. Er ya da geç.
MetMuseum gerçek çocuklardan gerçek sorular topluyor ve yeni bir eğitim programı başlatıyor; #MetKids
7-12 yaşları arası çocuklardan esinlenilerek, onlarla test edilerek ve yine onlar tarafından onaylanarak geliştirilen bu programda sadece çocukların değil, çocuk bakış açısı içeren yanıtlarla herkesin bir şeyler öğrenebileceği düşünülüyor. Özellikle de cesur sorularla.
MetMuseum collects real questions from real kids and launches their very new education program; #MetKids
#MetKids has been inspired, tested, and approved by real kids ages 7–12. We think that everyone can learn something from a kid-friendly explanation, and especially from the questions you are bold enough to ask.
Çocukların peşpeşe dizdikleri sorular arasında favorim, “mısır neden o kadar eski?” diyen velet ve yüzündeki ifade.
Aklımdaki soruları da peçeteye yazıp komşunun çocuğuyla yollamayı düşünüyorum. Sosyal medya kullanımlarıyla ilgili birkaç soru. Ya da fon geliştirme. Umarım çocuklar bunlarla da ilgilenir.
Among whole questions my fav is the cute kid who ask “why is egypt so ancient?” and expression on his face. I’m planning to send my list of question via my neighbor’s kids. A few questions related to their social media strategy. Or fundrising. Hope kids would be also interested in these subjects.
This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Cookie settingsACCEPT
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are as essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.