Araştırma enstitüleri ve İstanbul’un kentsel hafızası #IstanbulArtNews

Araştırma enstitüleri ve İstanbul’un kentsel hafızası #IstanbulArtNews

Modern çağın tanımlayıcı unsurlarından birinin arşivler olduğunu söyleyebiliriz. Arşivler, tarihi bilgi ve hafıza biçimlerinin biriktirilmesi, saklanması ve yeniden değerlendirilmesi amacıyla kurulmuşlardır. Bu bağlamda tarih yazımının temel parçasını oluştururlar. Çünkü tarih, arşiv malzemelerinin üzerine, dolayısıyla arşivler aracılığıyla kurulur. Kent müzeleri ve arşivleri de bir şehrin toplumsal hafıza kaydının ana merkezleridir. Bilindiği üzere müzeler ve arşivler koleksiyonlarına bağlı olarak kategorize edilir. Kent müzesini ve arşivini diğerlerinden ayıran da, en yalın bakış açısıyla kent tarihini sadece bir coğrafya ve bu coğrafyayı betimleyen nesneler üzerinden değil, kentlileri de dahil ederek anlatmasıdır. İstanbul’da henüz bir kent müzesi ya da arşivi yok. O zaman, İstanbul’un kentsel hafıza kaydını kim tutuyor?

Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz. 

* Bu yazı Istanbul Art News Ekim 2016 sayısında yayınlandı. 

Müzeyi Kim Kurar? #GençSanatDergisi

Müzeyi Kim Kurar? #GençSanatDergisi

Müzeyi Kim Kurar?

Kültür Bakanlığı, Belediyeler ve Özel Koleksiyonerler ile

Müze Sergi İşleri ve Müze Tasarım Süreçleri

Elif Çiğdem Artan, Genç Sanat, Temmuz-Ağustos-2016

Müze tasarımı söz konusu olduğunda sadece mimarların isimlerinin öne çıkması şüphesiz bütün dünyada eski. Bugün yeni bir müzenin kuruluş haberi de yine mimarının ismi öne çıkartılarak hazırlanan duyurularla paylaşılıyor. Bu müzeler, bir anlamda da, mimarların farklı coğrafyalarda bulunan çeşitli kentlere kişisel imzaları olarak değerlendiriliyor. Öyle ki bazı müzelerde, müze binasının maketi bizatihi bir teşhir nesnesine dönüşmüş durumda ve müze ziyaretinin başlangıç noktasına yerleştirilen bir vitrin içinde sergileniyor. Ziyaretçilerin mimara zorunlu saygı duruşu. Bir kutsa(n)ma vitrini. Müzecilikte mimariyi öne çıkaran bu yaklaşımın, temel bir algı yanıltmasına sebep olduğunu düşünüyorum; sanki bir müze sadece bina tasarımdan oluşuyormuş ve de teşhirde yer alan nesneler koleksiyondan çıkıp vitrinlere kendi kendilerine yerleşiyorlarmış gibi.

Bir müzenin esas bileşenleri koleksiyonu ve ziyaretçileridir. Bu iki unsur, küratörün ve/veya müzebilimcinin kurguladığı bir hikâyenin etrafında ve belirlediği dolaşım rotasında bir araya gelir. Dolayısıyla müzelerde ve sergilerde asıl olan büyüleyici mimari sunumlar değil, anlatılan hikâyedir. Müzecilik, hikâyenin tamamlayıcı unsuru olan mekân algısının yaratılması noktasında mimariden yararlanırken, mimaride anlatının kurgusunun da yine mimarlar tarafından tasarlandığını görebiliyoruz. Bu noktada da müzelere mimari yaklaşım ile müzebilim arasında büyük bir fark olduğunu söyleyebiliriz; ziyaretçi pratiklerine bakış açısı.

Bugün ülkemizde de birbiri ardına yenilenen ve de yeni açılan müzeler varken, mimarlık ve müzebilim arasındaki bu ilişkiyi Müze Sergi İşleri’nin iki kurucu ortağı, küratör Deniz Koç ve müzebilimci Yeşim Kartaler ile birlikte konuştuk: Bir müzeyi kim kurar? Kültür Bakanlığı projelerinin ihale süreçlerinden içerik geliştirmeye, proje bütçelerinden piyasadaki aktörlere uzanan bir perspektifte, Türkiye’nin güncel müzecilik durumunu değerlendirdik.

***

Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.

İstanbul Bienali otonom arşiv bak.ma oturumu

Toplumsal Hareketlerin Dijital Kaydı ve Kolektif Hafıza

14. İstanbul Bienali Tuzlu Su kapsamında Artıkişler Kolektifi’nden Özge Çelikaslan, Alper Şen ve Pelin Tan tarafından 7-9 Ekim tarihleri arasında düzenlenen “Otonom Arşivler: bak.ma Pad.ma ile buluşuyor” atölye çalışmasında medya aktivizmi, otonom arşivlerin ortaya çıkışı, Türkiye’deki güncel pratikleri ve geleceği tartışıldı. Artık İşler’in videogramlarla hazırladığı Tahayyül video serisinin bir parçası, “Tahayyül III: Tekel Direnişi 78 gün”ün gösterimiyle başlayan atölye çalışmasına akademisyenler, video eylemciler, belgesel sinemacılar, medya sanatçıları, sivil toplum kuruluşu üyeleri, avukatlar, sanatçılar ve arşivbilimcilerin yer aldığı farklı disiplinlerden uzmanlar katıldı.

Kentsel mücadelelerin heterojen birliktelikleri nasıl örgütleyebildiği ve bu süreçte uygulanabilecek çapraz metodolojilerin neler olduğunun tartışılmasıyla başlayan ilk panelde aynı zamanda, işgal hareketlerinin sanatsal yansımaları ve bu alandaki görsel üretimin salt temsiliyetin ötesinde nasıl bir eylem pratiğine dönüşebileceği ele alındı. Bu bağlamda Yelta Köm, Herkes İçin Mimarlık Derneği’nin Gezi Parkı’na inşaat yapılacağı haberini almalarıyla birlikte başlayan ve parkın kitleler tarafından işgal edildiği döneme kadar devam eden süreçteki çalışmalarını anlattı. Temelinde kentlilere parkı sahiplendirmeyi amaçlayan bu projeler arasında atölye çalışmaları, parkta düzenlenen şenlikler, açık kaynaklı grafik tasarımları ve viral videolar bu çalışmaların arasında yer alıyor. Farklı kimlikleri bir araya getirebildikleri ve heterojen mücadele birlikteliği kurabildikleri en belirgin noktanın change.org’da açtıkları imza kampanyası olabilecekken Köm şunu eklemeyi de ihmal etmedi; “31 Mayıs’a kadar kampanyadaki imza sayısı 7.000’i geçmemişti.” Öte yandan, sanatın eyleme dönüşme pratiklerini değerlendiren sanatçı Sevgi Ortaç, Yedikule Bostanları’nda yaşadığı mücadele sürecinden ve bağımsız yayınlarından bahsetti. Ortaç’a göre tartışılması gereken asıl soru, belgeleme ve üretim süresinde nasıl birlikte çalışılacağı: Kaynaklar nasıl birleştirilecek ve ortak bir bellek nasıl oluşturulacak? Ortaç, bu noktada, ortak çalışma ile tek bir anlatının üretilmemesinin; tam aksine, parça parça büyüyen bir arşiv oluşturulmasının önemini de vurguladı. Ayrıca, bu tür mücadelelerde sanatçının eylem sırasında kendini konumlandırmasının zorluğuna da değinen Ortaç, sıklıkla “sen kimsin?” sorusuyla karşılaştıklarını belirtti. Polis ve zaman zaman mahallelilerle mücadele ederken, grubun hızlıca örgütlendiğini ve aslında bu örgütlenmenin temelinde aciliyet olduğunu söyleyen Ortaç’a göre kolektif üretimin en zor yanlarından biri de, birbirini tanıyan ama daha önce birlikte hiç çalışmamış kişilerin “çok acil olarak” süreci belgeleme, arşivleme ve yayınlama çalışmalarını bir araya gelerek yapmak zorunda olmaları. Sosyal bilimci ve gazeteci Ayşe Çavdar, bu meselelere daha siyasi açıdan yaklaştı ve tepeden inmeci kent politikalarını eleştirdi. Yurttaşlık kavramının günümüzde yeniden tanımlanması gerektiğini belirten Çavdar’a göre günümüzde aktivizm geçmişin sivil toplum örgütlerinin yerini aldı. Aynı zamanda, bugün her mekânın herkese ait olduğunu, eskinin hemşerilik bağlarının artık kaybolduğunu belirten Çavdar, polis ve mahallelinin eylemciye kim olduğunu sorma haklarının olmadığını da dile getirdi.

Alper Şen’in moderatörlüğünde yürütülen ikinci panelde video eylemciler ve belgeselciler bir araya geldi ve toplumsal hareketlerin görsel kaydı üzerinden Türkiye’de 90lardan sonra medya aktivizminin kolektif hafızanın yaratılma sürecindeki yeri tartışıldı. İstanbul, Ankara, Soma ve Cizre gibi Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaptıkları çekimlerin gösterimleriyle zenginleştirilen panelde, video eylemcilerin kayıt sırasında hakaret, tartaklanma ve gözaltına alınma gibi maruz kaldıkları polis şiddetini ve bundan korunmak için geliştirilen pratikler ve stratejiler değerlendirildi. Panelde öne çıkan tartışma konularından biri de videogram ve belgesel arasındaki fark oldu. Belgeselin kendisi için, çekim yapılan mekânda daha uzun vakit geçirip konu üzerine daha fazla derinleştiği uzun soluklu bir çalışma olduğunu belirten Güliz Sağlam, Cizre’de Barış İçin Kadın Dayanışması Grubu’yla birlikte yaptığı ziyarette kaydettiği görüntülerin asıl amacının orada yaşananları bir an önce duyurmak olduğunu söyledi. Video eylemler için gündem daha çabuk değişiyor ve bu da videogram ile belgesel arasında hızlı hareket etmeye dayalı bir fark yaratıyor. Seyr-i Sokak Kolektifi üyesi Sibel Tekin de yine benzer şekilde aciliyete vurgu yaparak, Ankara’da eylemler sırasında yaptıkları çekimlerin hızlıca yayılması için sosyal medyada paylaştıklarını belirtti. Bu noktada videolarda görünen eylemci vatandaşların güvenliği de bir soru olarak ortaya çıktı. Polisin internetteki videolardan eylemcileri teşhis etmesi ve bu videoları mahkemeye delil olarak sunmasına engel olabilecek bir yöntemin nasıl geliştirilebileceği tartışıldı. Eylemcilerin sadece yüzlerini gizlemenin bile kimi zaman kurtarıcı olmadığı, polisin seslerden ve hatta kıyafet ve ayakkabılardan da eylemcileri teşhis edebildiği örnek vakalar paylaşıldı. Tüm bu tartışmaların ışığında panelde etik konusu gündeme geldi. e. Belit Sağ, Soma’da yaptığı çekimlerde kadınlardan önce izin istediğini ve kameraya konuşmayı kabul eden bazı kadınların daha sonra, polis ya da devletten yardım alamama korkusuyla, fikirlerini değiştirdikleri için bu videoları kullanmadığını vurguladı.

Video arşivleme üzerine yürütülen ve iki oturumdan oluşan son panelde otonom arşivlerin geleceği tartışıldı. Çoğunlukla sonlandırılmış filmleri değil, ham video çekimleri ile video eylemciliği ve dijital arşivcilik üzerine metinleri içeren açık kaynaklı bir dijital arşiv ve İngilizce’de “Kamunun Erişimine Açık Dijital Medya Arşivi”nin kısaltması olan Pad.ma’nın kurucularından Sebastian Lütgert, dijital arşivlerin açık kaynaklı olmasının en büyük sebebinin herkese her zaman erişilebilirlik sağlaması olduğunu belirtti. Bu noktada, arşive yüklenen videolarla içerik değil, bağlam yaratıldığını vurguladı. Pad.ma’nın altyapısını oluşturan Pandora yazılımını geliştiren Jan Gerber de Pad.ma’nın çizgisel bir anlatıya karşı çıkmasından ve bu sebeple film yapma pratiklerinden farklılaşmasından; kullanıcıların bazen bir videoyu daha uzun seyrederken başka bir videoyu da atlayarak izleyebildiklerinden bahsetti. Burada önemli olan videoların kendinden menkul değerinin ötesinde birlikte bir bağlam yaratabilmeleri. Pandora’nın video paylaşımı sağlayan sosyal medya platformlarından farkı yönetimini kendi elinizde tutabileceğiniz bir arşiv oluşturmaya imkân sağlaması. Öte yandan Gerber’e göre, farklı coğrafyalarda kurulan otonom arşivlerin en önemli sorununun birbirleri arasında pratik değiş tokuşu yapmaları ve böylelikle yerellikten kurtulmalarının gerekliliği. Telif hakları üzerine çalışmalarını yürüten Lawrence Liang otonom arşivlerde yer alan videoların kime ait olduğu sorusunu gündeme getirdi ve böylece otonom arşivlerdeki etik problemi yeniden ele alındı. Liang’ın ileride milyonlarca saat süren görüntülere sahip olunduğunda ne yapılacağını sormasıyla, hem dijital arşivlerin hem de otonom arşivlerin geleceği tartışılmaya başlandı. Turkishcine.ma platformunun yürütücülerinden Ahmet Gürata, analog ve dijital arşivler arasındaki farkları karşılaştırmalı olarak ele aldığı konuşmasında, bundan sonra yeni araştırma, düşünme ve yazma pratiklerinin ortaya çıkabileceğinden ve belki de videogramlar aracılığıyla geçmişe çizgisel bakmamanın bir çözüm olabileceğinden bahsetti. Çünkü söz konusu olan medya, erişimi ve transferi kolay, herkes tarafından üretilebilen, herkesin hard disklerinde bulunan ve depolama alanı gittikçe büyüyen bir malzeme.

bakma-arayuz

Öte yandan, Artıkişler Kolektifi’nden Özge Çelikaslan, Alper Şen ve Pelin Tan, Türkiye’de kolektif görsel toplamaya dayalı bak.ma’nın dijital bir arşiv olarak ortaya çıkış sürecini ele alarak, video eylemciliğinin bugün Türkiye’deki güncel politik anlamını sorguladılar ve bağımsız araştırmacılar, akademisyenler ve belgesel sinemacılar tarafından bir yöntem olarak nasıl kullanılabileceklerini değerlendirdiler. Arşivin öncelikle Gezi Parkı eylemleri sırasında Videoccupy Türkiye tarafından yapılan açık çağrı sonucu oluşmaya başladığını söyleyen Çelikaslan, eylemcilerden video kayıtlarını kaynağın kim olduğunu söylememe taahhüdüyle istediklerini belirtti. Çünkü o kayıtların bir tanıklık mı yoksa suç unsuru mu olduğu, Türkiye’nin politik zemininde gri bir bölge oluşturuyor. Bu noktada, Avukat Murat Deha Boduroğlu, gezi protestoları sırasındaki polis şiddetine yönelik açılan davalarda dosyalara eklenen video kayıtlarının dava seyirlerini değiştirdiğini belirtirken, bu gri bölgenin altını bir kez daha çizmiş oldu. Alper Şen bak.ma’nın şu an 800 video ve 30 civarında metin içerdiğini söylerken, bütün bu materyalin tepeden bir bakış değil, anların kaydından oluşan bir seçki olduğunu vurguladı. Bak.ma Gezi Parkı protestoları sırasında gönderilen video kayıtlarının sınıflandırılmasıyla başlayan bir sürece sahip olsa da, şu an farklı alanlardan, örneğin Ankara, Eskişehir, Tekel direnişi ve feminist hareketler gibi eylemlerden kayıtları da dahil ederek, bazen geçmişe dönük buluntu kayıtları da ekleyerek, daha geniş yelpazeli bir arşiv olma yolunda ilerliyor. Arşivlerin nasıl kullanılabileceği sorusunu ele alan Pelin Tan, video ve fotoğrafın bir araştırma yöntemi olarak kullanıldığı İstanbul’un Artığı başlıklı, Beyoğlu ve Ümraniye’deki atık toplayıcılarının İstanbul’daki kentsel dönüşüme nasıl dahil olduklarının izini süren araştırmalarından bahsetti ve videogramların akademideki kullanım alanlarının çeşitliliğinden söz etti. Yine benzer bir sorunun peşinde, araştırmacı ve belgesel sinemacı Ersan Ocak ortaya çıkan bu yeni video eylemci kimliğiyle geçmişin video kayıt pratiklerinin yeniden değerlendirilmesi gerekliliğinin altını çizerek, bugün film yapmak için yeniden kayıt yapmaya ihtiyaç duyulmayabileceğini, çünkü bütün görüntülerin, örneğin bak.ma gibi açık kaynaklı arşivlerde, erişilebilir olduğunu söyledi. Ocak’a göre asıl soru, film yapmak için kullanılmak istenilen yöntemin bu olup olmadığı.

Atölye Çalışması’nın son gününde, Artıkişler Kolektifi tarafından üretilen videoların 14. İstanbul Bienali kapsamında gösterildiği bienal mekânında yapılan forumda bir araya gelen katılımcılar, Pandora yazılımını incelediler, bak.ma’nın daha verimli nasıl kullanılabileceğini tartıştılar ve otonom arşivlerin geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair fikir alışverişinde bulundular.

Akıllı telefonlar aracılığıyla her gün üretilen içeriklerin tekrar tekrar paylaşımına imkân sağlayan sosyal medya platformlarıyla artık herkesin kolaylıkla video eylemcisine dönüştüğü günümüzde, eylemci ve yurttaş kimliğinin yeniden tanımlanmasının ve kentsel mücadelelerde dijital içeriğin nasıl bir araya getirilerek kolektif hafızanın yaratılabileceğinin ele alındığı bu atölye çalışmasında, modern zamanların arşiv tanımının, belgesel ve film yapma pratiklerinin ve araştırma metodolojilerinin günümüzde yeni bir bakış açısıyla değerlendirilmesinin gerekliliğinin altını çizildi. Videogramların farklı disiplinler tarafından kullanım şekillerine dair verilen örnekler de gelecekteki çalışmalar için ufuk açıcı bir tartışma ortamı yarattı.

Elif Çiğdem Artan, Sosyolog, IGK – Center for Metropolitan Studies, Berlin – New York – Toronto Doktora Öğrencisi

Websayfaları:

Bak.ma

Pad.ma

Tahayyul.net

*Artık İşler Kolektifi’nin Tahayyül video serisini 14. İstanbul Bienali boyunca Kadıköy’de, Tunca Subaşı ve Çağrı Saray Atölyesi’nde izleyebilirsiniz. İskele Sokak No: 74A Yeldeğirmeni, Kadıköy. Tekel İşçileri üzerine videogramlar İstanbul Modern, 14th İstanbul Bienali, 2015.

 

Bu yazı 17 Ekim 2015 tarihinde Jiyan.org‘da yayınlandı.

 

 

Museum Hack rehberli turlarıyla müzeler bir harika dostum!

Museum Hack rehberli turlarıyla müzeler bir harika dostum!

Katılımcı müzecilik konusunda en fazla alıntılanan kitaplardan birinin, The Participatory Museum, yazarı ve Santa Cruz Sanat ve Tarih Müzesi direktörü Nina Simon, müze dünyasının güncel konuları hakkında düzenli yazdığı kişisel blogu Museum 2.0’da Museum Hack ekibinin Dinozor Çalışmaları direktörü Dustin Growick ile Museum Hack’in rehberli turlarının diğer müzelerdeki rehberli turlardan nasıl ayrıştığını konuşuyor.

Genç Sanat Nisan 2015’te yayınlanan, Museum Hack Rehberli Turlarıyla Müzeler Bir Harika Dostum! başlıklı yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.

Kültürden sen anlarsın, konuş onlarla

Kültürden sen anlarsın, konuş onlarla

Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi‘nin dördüncü sergisi, “Dikkat! Kaygan Zemin”, Yelta Köm‘ün küratörlüğünde hazırlandı ve geçtiğimiz aylarda İstanbul Modern’de açıldı. Serginin bloguna kültür-kent-mimarlık-müzeler ve aktörler ilişkisi üzerine yazdım.

“Ellenmez, koklanmaz bir mimarlık kültürü nasıl üretilir ki tüketilebilen bir “şey”e dönüşür? “Dikkat! Kaygan Zemin” sergisi tüm bunların – ve bunların diğer kültür alanlarındaki izdüşümlerinin – konuşulmasını amaçlayan bir başlangıç noktası sunuyor izleyiciye.”

Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.

BdA119 on CAMOCnews!
| |

BdA119 on CAMOCnews!

Frankfurt Tarih Müzesi‘nde Bibliothek der Alten için Almanya Göçmen Kadınlar Birliği ile yürüttüğümüz proje CAMOCnews’de yayımlandı. 

CAMOC (the Collections and Activities of Museums of Cities /Kent Müzelerinin Koleksiyonları ve Etkinlikleri) dünyanın farklı yerlerindeki kent müzebilimcilerini buluşturuyor. Böylelikle, diyebiliriz ki, BdA119 projesi sesini dünyanın farklı kentlerine duyuruyor ve müzelerin, kentin bir parçasını oluşturan göçmenlerle nasıl bağ kurabileceğine dair bir örnek sunuyor.  

BdA6
“Federal German Migrant Women Association means a huge family to me.♥︎ ” 2014 © hmf, Photo: Elif Çiğdem Artan

 

The project that we conduct together with the Federal German Migrant Women’s Association for Bibliothek der Alten in the Frankfurt Historical Museum is published on CAMOCnews. 

CAMOC (the Collections and Activities of Museums of Cities) gathers together city museologists from all around the world. In this perspective, it’s possible to consider that BdA119 project is broadcasting their voice to various cities in the world andand is presenting an example to city museums in terms of how to engage with migrants forming an important component of urban life.

What would you store, if you had a box to be preserved in a museum for 105 years? This is the question that we are seeking after with the Federal German Migrant Women’s Association for the Bibliothek der Alten (Library of Elder), a cross-generational artistic reminiscence project initiated by the internationally renowned artist Sigrid Sigurdsson and located in the Frankfurt Historical Museum. 

– Read the full article

Peki ya ziyaretçi gelmezse? Müzeler ve Medya

Peki ya ziyaretçi gelmezse? Müzeler ve Medya

Bugün artık “herkes bir medya kanalı” [Clay Shirky] Hem gelişen teknoloji, örneğin cep telefonlarına eklenen yüksek çözünürlüklü kameralar, hem de basitleşen iletişim kanalları; internet ve özellikle sosyal medya, içinde bulunduğumuz zaman diliminde, iletişimi profesyonellerin tahakküm alanından çıkararak, amatörlere de haber üretme ve yayma imkânı sunuyor. Kamerası ve klavyesi olan her birey, artık tek kişilik bir haber kanalı. Bu durum şüphesiz müzelerin ziyaretçileriyle kurdukları iletişim modellerini de etkiliyor, geliştiriyor ve dönüştürüyor. Öyleyse iki tarafın da birbirine; müzelerin ziyaretçilere ve/veya ziyaretçilerin müzelere anlık ileti gönderebildiği bir iletişim dünyasında geleneksel medyada yürütülen tanıtım çalışmaları ile yeni medya uygulamaları birbirinden nasıl ayrılıyor ve birbirini nasıl destekliyor?

 

 

Genç Sanat Aralık 2014’te yayınlanan, Peki ya ziyareçi gelmezse? Müzeler ve Medya başlıklı yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.

 

 

 

Bugün her zamankinden daha çekici: Müzeler ve Popüler Kültür

Bugün her zamankinden daha çekici: Müzeler ve Popüler Kültür

Özel günler neden özeldir, kim tarafından özel kılınmıştır sorularından uzakta durarak, doğrudan konuyu tartışmaya açıyorum; sevdiklerimize özel günlerde neden sanat hediye etmek isteyelim? Doğum günleriyle başlayan bu özel günler Yılbaşı, Sevgililer Günü, Anneler Günü, Babalar Günü ve hatta her ülkenin kendi gelenekleri arasında öne çıkan birçok ulusal ve dini bayramları koşulsuz şartsız kapsar. Müzeler, birçok gündelik eşya üreten markanın yaptığı gibi, bu günlere özel kampanyalar düzenler, dükkanlarında indirim sunar, insanların o günü müzede geçirmeleri için etkinlikler planlar. Tüm bu gelişmelerin, adına post-modern müzecilik denilen süreçte öne çıkan hizmetlerle ve müzelerin bir tür tüketim mekânı haline gelmesiyle ilintili olduğunu söyleyebiliriz.

 

 

Genç Sanat Haziran 2014’te yayınlanan, Bugün her zamankinden daha çekici: Müzeler ve Popüler Kültür başlıklı yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.