Punk kültürü “do-it-yourself” (kendin yap) konseptiyle, hauture couture tasarımların “made-to-measure” (ısmarlama yapılmış elbise) konsepti arasında // Between the punk concept of “do-it-yourself” and the couture concept of “made-to-measure.”
Geçtiğimiz yaz, PUNK: Chaos to Couture sergisini (9 Mayıs-14 Ağustos 2013) Metropolitan Müzesi’nde gezme şansım olmuştu ve bir dönemin asi ruhunun müze duvarları içinde kabul görmesini etkileyici bulmuştum. Sergi salonunda görüntü almak yasaktı, ama tabii ki müze detaylı yayınlarıyla bu durumun telafisini sunuyor.
Sergide dönemin ruhu yerleştirmelerle anlatılırken, hauture couture dünyasının bilinen isimlerinin PUNK kültürünü yansıtan moda tasarımlarına yer verilmiş.
Küratör Andrew Bolton, aşağıdaki videoda, serginin ortaya çıkış sürecini ve hedeflerini anlatıyor; Punk kültürü “do-it-yourself” (kendin yap) konseptiyle, hauture couture “made-to-measure” (ısmarlama yapılmış elbise) konsepti arasındaki ilişkiyi tartışıyor.
Last year, I had chance to visit PUNK: Chaos to Couture exhibition (May 9–August 14, 2013) at the Metropolitan Museum and the displayment of the disobedient spirit of an epoch was really stunning. In exhibition halls, taking photo was not allowed, but the museum, through posting diversified photo galleries and videos, recompenses this lack.
The spirit of the epoch was visualized through installations, and well known haute couture designers’s figures are hosted.
Here, curator Andrew Bolton talks us about the exhibition background and discusses the relationship between the punk concept of “do-it-yourself” and the couture concept of “made-to-measure.”
Pera Müzesi’nin yeni yıl mesajını gördüğümde aklıma tek bir soru takıldı: Kadınlar nerede?
Şimdi biri çıkıp diyebilir tabii, baksana ne güzel fotoğraf, adamlar ne de güzel eğleniyor, neşeleri de fotoğraftan taşıyor. Hakkıdır. Yeni yıl mesajı gönderirken neşeli olmak şarttır. Peki ya kadınlar?
Görselin bir önemi olduğunu düşündüm sonra. Ancak gönderilen e-bültende görsele dair herhangi bir künye bulamadığım için o önemi de çözemedim ilk bakışta. Üşenmedim. Görseli Google’da araştırdım. Hürriyet’te çıkan bir haberde yazdığına göre görsel Yapı Kredi Bankası S. Giz Koleksiyonu’na ait. Haber Ekim 2014’te yayınlanmış. Daha sonra İAE Fotoğraf Koleksiyonu’na mı geçti, yoksa bu haberdeki künye bilgisi mi yanlış, onu da kesin olarak bilemiyorum tabii. Kısaca, görsel ve Pera Müzesi arasında doğrudan bir bağlantı bulamadım.
Bu görselin beni rahatsız ettiği tek nokta, en başta söylediğim gibi, kadınların olmayışı. Açıkçası, dürüst olmak gerekirse, sırf kadınların güldüğü bir görsel kullanılsaydı da bu türden, erkekler nerede gibi, bir düşünce gelecek miydi aklıma bilmiyorum. Yine de bir durur düşünürdüm muhtemelen. Bu görsel niye seçildi? Müze yeni yılımı bu görselle kutlarken ne demek istiyor? Ne de olsa iletişim denilen dünyada gönderilen her mesajın (görsel ya da metin) bir anlamı var. Değil mi? Sadece, yeni yıl tebriği e-bülteni gönderildi mi, evet, gönderildi, olamayacak kadar önemli bir konu. Müzenin izleyiciyle doğrudan temas ettiği bir nokta; sözünü, derdini doğrudan ilettiği. En az yeni serginin ilk duyuru görselinin seçilmesi kadar önemli. Daha az değil.
Museum Minute blogunda gördüğüm #MuseumBingo iddiasını çok beğendim. Museum140 işbirliğinde hazırlanan ve bir yıl boyunca süren etkinlik kesinlikle kişiyi sürekli yeni bir müze ziyaret etmeye teşvik ediyor. Bu iddiayı #MüzeBingo olarak yerelleştirebiliriz diye düşünerek çağrıyı Türkçe’ye çevirdim*:
“Bütün müze hayranlarına çağrı! 2015’i biraz daha eğlenceli hale getirmeyi garanti eden bir iddia var burada. İsterseniz herhangi bir haftayı yaşadığınız bölgede en az bir müze ziyaret etmeden geçiremeyen biri olun, isterseniz müze ziyaretlerini tatil etkinlikleri olarak planlayın. Ya da isterseniz rehberli turlara ve etkinliklere katılmaktan keyif alın, isterseniz sadece “kendi yolunda giden” tarzda bir ziyaretçi olun – Museum Minute, Museum 140 ile işbirliği yaparak, sizi “Müze Bingo”ya katılmaya davet ediyor!
Katılım çok kolay! Müze Bingo skor kartındaki* herhangi bir kareyi tamamladığınızda, #MuseumBingo etiketini kullanarak hangi kareyi tamamladığınızı tweet atın. Eğer fotoğraf da paylaşmak isterseniz harika olur – doğrudan Twitter’a koyun, ya da Instagram gibi başka bir kanala ve sonra da linkini paylaşın. Ya da eğer blogunuz varsa, tamamladığınız kare hakkında blog yazısı da yazabilirsiniz ve onun linkini paylaşabilirsiniz.
Bazı karelerin üst üste geldiğinin farkındayız – örneğin, Güney Afrika’da tatildeyken bir sanat müzesini ilk kez ziyaret edin – yani iddia her kare için farklı bir müze ziyaret etmek!
Eğer Twitter hesabınız yoksa ama hâlâ katılmak istiyorsanız, blogunuzda ya da diğer sosyal medya sayfalarında paylaşabilirsiniz (Facebook, Instagram, vb.) – sadece bize söyleyin, biz sizin için tweet atarız. 🙂
Ve eğer bütün bir sırayı – ve hatta bütün skor kartını?! – tamamlamayı başarırsanız, BİNGO diye bağırmayı unutmayın!
*Bu bütün yıl sürecek bir iddia olduğu için Ocak ayından bugüne kadar tamamladığınız kareleri de sayabilirsiniz.”
Benim önerim, Türkiye’den yazılacak tweetler için (tweetin Türkçe ya da İngilizce olması fark etmez) Türkçe etiket de kullanmak: #MüzeBingo
Böylelikle storify.com üzerinde hepsini bir araya getirebiliriz. Uluslararası iddialarda görünür olmak için #MuseumBingo etiketini kullanmayı da unutmamalı tabii. Bence Tweet ille de İngilizce yazılmak zorunda da değil. Müze giriş biletinin fotoğrafı ve etiket iddianızı görünür kılacaktır. Belki tek sıkıntı hangi kareyi tamamladığınızı söylemek olabilir, onu da skor kartının orijinaline bakarak çözebiliriz diye düşünüyorum. Dünyanın farklı farklı bölgelerinde müze ziyaret etmek gibi iddialar gözünüzü korkutmasın. Amaç her seferinde farklı müze ziyaret etmek. İstanbul’da yaşayıp Ankara’da bir müze ziyaret ediyorsanız, “Asya’da bir müze ziyaret et” karesini tamamladınız sayılabilir gayet. Ya da neden sayılmasın?
#MüzeBingo iddiası Türkiye’de başlasın o zaman.
Var mısın maratona?
*Bu yazı, Museum Minute blogunun sahibesi Jamie Glavic’in izniyle Türkçeleştirilmiştir.
A few weeks ago, I presented a part of my doctoral research at our graduate school’s, Center for Metropolitan Studies, annual conference in Berlin. Instead of talking only about theoretical framework (nor preliminary notes of my on-going field study), I aimed to display recent political cases from Turkey in order to highlight the importance of archiving born digital materials. The idea was to show some footages. In other words, during my talk, I screened short clips from three activist videos as supporting examples of my arguments. It was clear that images would talk better than I do. Indeed, they did. It was obvious in the audience’s reaction both during and after my talk. Now, I’m thinking about publishing it. But my concern is not finding the most suitable academic platform. (My research project is not there yet.) Actually, I’ve been questioning, how can I receive feedback about my talks/papers which include moving image? Especially, when image is the object, not a reference.
I’m aware that one of the most common ways to include moving image is narration. Author describes the environment, atmosphere, people, emotions, talks, etc. S/he mostly tries to benefit from the power of literature. But, seriously, today? Aren’t we in the age of digital publishing?
At this point, digital humanities appears in my mind with its huge discussion on knowledge production in digital: Social Reading. Writing-and-Sharing. Blogging-and-Social Media. Fresh New Ideas-and-On-going Discussions. Reproducing-and-Re-sharing-and-Re-discussing. Yes, this is academia. And social reading on the Internet facilitates reaching more people, especially people that you haven’t met in person yet, and collecting diversified-interdisciplinary-comments. It definitely enhances your research. Because it is beyond sending a paper to a particular email list, and hope getting some responses. Plus, emailing keeps discussion one-to-one. Social reading steers the community discussion. This is what I’m actually looking for my talks/papers: Hearing some comments. So, my new question is, how can I make this happen?
After having this question in my mind for the last few weeks by reviewing various online magazines, platforms, and blogs, I have decided to add a new category to my blog, urbanbuzzy, and post my questions about my doctoral research. -Stay tuned!-
Please, come join me, and leave your comments. Any contribution would be appreciated.
Haziran ayı, lezbiyen, gay, biseksüel, trans, interseks ve bütün toplumsal cinsiyet ve cinsel kimliklerin varoluşunun anılması ve kutlanması için, tüm dünyada, LGBTİ+ Onur Ayı (Pride Month) olarak belirlenmiştir. 28 Haziran 1969’da New York’ta Greenwich Village semtinde yer alan Stonewall adındaki bir bara yapılan polis baskını sonrasında eşcinseller bir dizi gösteri ve direniş başlatmıştı. Stonewall ayaklanmaları olarak tarihe geçen bu direnişin yıldönümünü anmak için düzenlenen Onur Yürüyüşleri (Pride Parade) zaman içinde gelişip genişleyerek bütün bir aya yayılmıştır. Günümüzde, Onur Ayı kapsamında hem LGBTİ+ haklarına görünürlük sağlanması hem de LGBTİ+ kültürünün kutlanması için bir dizi yürüyüş, gösteri ve etkinlik düzenlenir.
Onur Ayı — LGBTİ+ haklarının savunuculuğu
Onur Ayı boyunca sosyal medya da LGBTİ+ haklarına dair farkındalığı yaymak, çeşitliliği kutlamak ve insanların kendilerini ifade etmeleri için güvenli bir alan yaratmak için kullanılan etkin araçlardan biridir.
Ancak LGBTİ+ haklarını savunmak sadece LGBTİ+ların vermek zorunda bırakılacağı bir mücadele olmamalı. Biyolojik cinsiyeti ile toplumsal cinsiyeti ve cinsel kimliği uyumlu olan (cishet — cisgender ve heteroseksüel) düzcinseller de LGBTİ+ların özgürlüğünü temel insan hakları kapsamında savunabilmeliler. Ama nasıl?
LGBTİ+ların yerine konuşmayın — LGBTİ+ların konuşması için alan açın
Dilinizi Kontrol Edin: Mevzu sadece artık defalarca tekrarlanmış cinsiyetçi küfürleri etmemek değil. “Farklı” ya da “değişik” gibi insanların kimliklerini marjinalleştiren ifadelerden de kaçının.
Çeşitliliği Kabul Edin: İnsanlar sizin yaşadığınız hayatları yaşamıyor olabilirler. Bu, onları “farklı” ya da “değişik” yapmaz; hayatın ve dolayısıyla kimliklerin çeşitliliğini gösterir.
LGBTİ+ Hareketinin Araçsallaştırılmasına Karşı Durun: Literatüre Pink Washing olarak dahil olan ve LGBTİ+ hareketini destekler gibi görünerek onu aslında ticaret için araçsallaştıran markalardan uzak durun ve siz de kendi sosyal medya görünürlüğünüz için LGBTİ+ hareketini nesneleştirmeyin. Bir hareketi desteklemek ile parçası olmadığınız bir hareketin savunusu/sözcüsü olmak arasındaki farkı unutmayın.
Safları Sıklaştırın: LGBTİ+ların yaşam haklarını korumak için onların yanında olun ama onların taleplerini onlar adına dile getirmeyin. Bunun için LGBTİ+ların ve LGBTİ+ derneklerin sosyal medya paylaşımlarını beğenebilir ve yeniden dolaşıma sokabilirsiniz. İçeriklerine yorum yazabilir ve etkileşimlerini arttırarak seslerini güçlendirebilirsiniz.
LGBTİ+ların Çalışmalarını Maddi Olarak Destekleyin: Mücadelelerini geliştirmek ve güçlendirmek için öz örgütlenme modeliyle kurulan LGBTİ+ derneklerine maddi bağış yaparak ya da ürettikleri ticari ürünlerden satın alarak LGBTİ+ların kendi sözlerini söyleyebilecekleri alanları açmaları için destekleyebilirsiniz.
LGBTİ+ Hakkında Daha Fazla Bilgi Edinin: Onur Ayı hem bir kutlama hem de LGBTİ+ların tarihi ve mücadelesine dair bilgi edinme zamanı. LGBTİ+ kitapları, filmleri, dizileri ve belgeselleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilir ve bu kaynakları okumak ve izlemek için biraz daha fazla zaman ayırabilirsiniz. Bu kaynakları sosyal medyada paylaşarak LGBTİ+ mücadelesinin ve kültürünün görünür olmasını sağlayabilir ve başkalarını da LGBTİ+fobiye karşı durmnak için harekete geçirebilirsiniz.
Etiketlenmekten Korkmayın: Mahalleli beni de “öyle” mi zanneder korkusunu bırakın çünkü zaten “öyle” olmak bir “suç”, “günah” ya da “eksiklik” değil. Sosyal medya paylaşımlarınızla LGBTİ+fobiye karşı durarak toplumsal cinsiyet ve cinsel kimliklerin çeşitliliğini kabul ettiğinizi, herkesin özgür yaşam hakkını savunduğunuzu ve hiçbir insanın sahip olduğu kimlik(ler) sebebiyle marjinalleştirilmemesi gerektiğini söyleyebilirsiniz.
Onur Ayı Boyunca Hatırlayın ve Hatırlatın: Temel insan hakları herkes içindir ve Onur Ayı çeşitliliğin ve kapsayıcılığın görünür kılınıp kutlandığı bir aydır.
Toplumun çoğunluğunu oluşturan düzcinsellerin, yapısal ve kurumsal ataerkil şiddet sebebiyle daimî olarak marjinalleştirilen ve hedef gösterilen LGBTİ+ları Onur Ayı boyunca sosyal medyada desteklemeleri ve görünürlüklerini arttırmaları *herkes için özgürlük* talebinin gerçekçi bir adımıdır.
Ama hep akılda tutarak: LGBTİ+ların yerine konuşmadan; LGBTİ+ların konuşması için alan açarak.
İnternette binlerce sanat eseri varken neden sadece müze ve galerilerdekilerle sınırlı kalalım?
Why should we limit ourself with museums and galleries, while there are thousands of artworks on the Internet?
New York merkezli Electric Objects bu bakış açısıyla koleksiyonerlere yeni bir araç sunuyor; E01. Eseri öne çıkartacak şekilde minimalist bir tasarıma sahip olan bu bilgisayar teknolojisi sayesinde, bilgisayarınızda, tabletinizde ya da cep telefonunuzda bir araya getirdğiniz dijital görselleri evinizde özgürce sergileyebilirsiniz.
In this point of view, New York based Electric Objects presents a new tool for collectors; EO1. This computer technology, emphasizing the artwork through a minimalist design, allows you to display freely the digital images collected on your computer, tablet and mobile phones.
“Why can’t we enjoy digital art in the same way we enjoy paintings or photographs? Can we have a different sort of relationship to computers and to media objects that are contained within them?” – Jake Levine, Electric Object
For over a year, I’ve been thinking about digital archives. My main focus is archiving digitally born materials, and more specifically collecting urban activists’ video recordings. Since the very beginning of my research project, I’ve been reading books interrogating the concept of archive, and the impact of digital tools. In other words, I was struggling with theoretical approaches, and I had no idea about the real life. What are people doing in digital? Then I visited New York in January 2016, and thanks to my mentor in the city, got into contact with several archivists and scholars. Matthew K. Gold was one of them. I was recommended his name, because he is the co-founder of Digital Humanities at CUNY GC. Digital Humanities? Wait. What is that?
Since the minute I’ve googled Matt’s works, and texts,I got it, this would be the best place to address my questions. After having a series of email exchanges, now I am back in New York, and auditing the class of “Introduction to Digital Humanities”, lectured by Steve Brier and Lisa Rhody.
In very short, Digital Humanities “now encompasses a wide range of methods and practices: visualizations of large image sets, 3D modeling of historical artifacts, “born digital” dissertations, hashtag activism and the analysis thereof, alternate reality games, mobile makerspaces, and more.” (Lauren F. Klein, Matthew K. Gold, 2016)
Digital Humanities is strongly related to English departments. Till the first class, I kept asking myself, what is the relationship between digital and literature? Seriously. Why so obsessed? Indeed, the answer is quite simple; within the digital era, our reading experiences have been changed. Just remember the discussions emerged after epublications. Mayday! Mayday!Are printed books gonna die soon? Definitely, NO. But there is a transformation, and people from English, Literature, Linguistics, etc. are trying to discover this new period (not in a black and white perspective, but pros and cons), and also discussing the new way of knowledge production in the perspective of our new digital based experiences.
Since I arrived in New York, I have been always asked about my field study, and especially about the class. So, I decided to keep a diary on my blog by modifying the hashtag of this year’s class. (If you are interested, I definitely recommend you to follow #dhpraxis16 on Twitter.) Actually, instead of having weekly reports, I’m planning to update through various discussion topics, readings (sometimes only quotes), and projects that I stumble upon. Hope you enjoy Digital Humanities as much as I do. Or, shout out your objections. I’d love to hear your comments. Hence, we can have a discussion on the blog. Plus, it would perfectly fit in the spirit of Digital Humanities. Because it is Social-Reading and Social-Writing. I’ll talk about these topics in the up-coming posts. Stay tuned.
This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Cookie settingsACCEPT
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are as essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.