Dünyanın en tanınmış sanat eserlerini tek bir çatı altında toplayıp inanılmaz bir çözünürlükle sunan Google Art Project, fırça darbelerine yönelik yeni bir tiryakilik başlatacak gibi görünüyor. Keyifle keşfedin. // (Available only in Turkish)
Dünyanın en tanınmış sanat eserlerini tek bir çatı altında toplayıp inanılmaz bir çözünürlükle sunan Google Art Project, fırça darbelerine yönelik yeni bir tiryakilik başlatacak gibi görünüyor. “Dünyanın bütün müzelerini internette tek bir müze haline getirmeyi” amaçlayan proje, Google çalışanı Amid Sood’un on sekiz aylık çalışmasının ürünü. “Neden Google Art Project?” sorusunu Sood “erişilebilirlik” olarak yanıtlıyor. Hindistan’da doğduğu için birçok müzeye erişimi olmayan Sood, seyahat etmeye başladığında gezdiği müzelerden çok şey öğrendiğini fark etmiş. Bu projeyle de teknolojinin nimetlerinden yararlanarak müzeleri herkes için erişilebilir kılmayı arzulamış. Ne de olsa günümüzde ulus aşırı geziler zor zanaat.
Vincent van Gogh’un en bilinen eserlerinden Yıldızlı Gece ve aşağıda Google Art Project sitesinin sağladığı inanılmaz çözünürlük
Peki, Google Art Project nedir?
Kısaca, dünyanın önde gelen sanat müzelerindeki binden fazla sanat eserini, olağanüstü detaylarıyla birlikte keşfedebileceğiniz bir internet sitesi. Dilerseniz Sokak Görüşü teknolojisiyle müzenin içinde dolaşabilir, hareketli kat planıyla müzeyi keşfedebilir ve beğendiğiniz bir eserin 10 milyon pikselden oluşan dijital kopyasına bakarak, önünde dursanız göremeyeceğiniz detayları, çatlakları, fırça darbelerini inceleyebilirsiniz. Eser bilgilerinin yer aldığı paneller ve YouTube’daki ilgili videolar da yardımcı kaynaklar olarak sunulmuş.
Bütün bunların yanı sıra Google Art Project, zengin fakir ayırt etmeden herkesin koleksiyoner olmasını sağlıyor. “Bir Sanat Koleksiyonu Oluştur” (Create an Artwork Collection) özelliği ile beğendiğiniz sanat eserlerini bir araya toplayabiliyorsunuz. Eserler hakkında yorum yapabildiğiniz gibi, bütün bunları arkadaşlarınızla da paylaşabiliyorsunuz. Google hesabınız varsa koleksiyon oluşturmak için yeniden kayıt olmanız da gerekmiyor.
Bu yeni projenin çapı şu şimdilik yeterince geniş değil. Zira hangi sanatçıya ve eserlere bu projede yer verileceği tamamen müzelerin inisiyatifinde ve eserler hakkındaki tüm bilgi yine müzeler tarafından sağlanıyor. Ancak bugüne kadar projeye aralarında Museum of Modern Art of New York, British National Gallery, Rijksmuseum (Amsterdam) ve Altenationalgalerie (Berlin) gibi ağır topların da bulunduğu 17 müze katıldı. Yakın gelecekte Türkiye’den müzelerin de bu projede yer alacağı konuşuluyor.
Amit Sood, Mart 2011′de TEDTalks’ta yaptığı sunumda Google Art Project’in deneme sürümünü izleyicilerle paylaştı. (Konuşmasının Türkçe altyazısı var ve Firefox ile problem yaşarsanız buradanda izleyebilirsiniz.)
Museum Minute blogunda gördüğüm #MuseumBingo iddiasını çok beğendim. Museum140 işbirliğinde hazırlanan ve bir yıl boyunca süren etkinlik kesinlikle kişiyi sürekli yeni bir müze ziyaret etmeye teşvik ediyor. Bu iddiayı #MüzeBingo olarak yerelleştirebiliriz diye düşünerek çağrıyı Türkçe’ye çevirdim*:
“Bütün müze hayranlarına çağrı! 2015’i biraz daha eğlenceli hale getirmeyi garanti eden bir iddia var burada. İsterseniz herhangi bir haftayı yaşadığınız bölgede en az bir müze ziyaret etmeden geçiremeyen biri olun, isterseniz müze ziyaretlerini tatil etkinlikleri olarak planlayın. Ya da isterseniz rehberli turlara ve etkinliklere katılmaktan keyif alın, isterseniz sadece “kendi yolunda giden” tarzda bir ziyaretçi olun – Museum Minute, Museum 140 ile işbirliği yaparak, sizi “Müze Bingo”ya katılmaya davet ediyor!
Katılım çok kolay! Müze Bingo skor kartındaki* herhangi bir kareyi tamamladığınızda, #MuseumBingo etiketini kullanarak hangi kareyi tamamladığınızı tweet atın. Eğer fotoğraf da paylaşmak isterseniz harika olur – doğrudan Twitter’a koyun, ya da Instagram gibi başka bir kanala ve sonra da linkini paylaşın. Ya da eğer blogunuz varsa, tamamladığınız kare hakkında blog yazısı da yazabilirsiniz ve onun linkini paylaşabilirsiniz.
Bazı karelerin üst üste geldiğinin farkındayız – örneğin, Güney Afrika’da tatildeyken bir sanat müzesini ilk kez ziyaret edin – yani iddia her kare için farklı bir müze ziyaret etmek!
Eğer Twitter hesabınız yoksa ama hâlâ katılmak istiyorsanız, blogunuzda ya da diğer sosyal medya sayfalarında paylaşabilirsiniz (Facebook, Instagram, vb.) – sadece bize söyleyin, biz sizin için tweet atarız. 🙂
Ve eğer bütün bir sırayı – ve hatta bütün skor kartını?! – tamamlamayı başarırsanız, BİNGO diye bağırmayı unutmayın!
*Bu bütün yıl sürecek bir iddia olduğu için Ocak ayından bugüne kadar tamamladığınız kareleri de sayabilirsiniz.”
Benim önerim, Türkiye’den yazılacak tweetler için (tweetin Türkçe ya da İngilizce olması fark etmez) Türkçe etiket de kullanmak: #MüzeBingo
Böylelikle storify.com üzerinde hepsini bir araya getirebiliriz. Uluslararası iddialarda görünür olmak için #MuseumBingo etiketini kullanmayı da unutmamalı tabii. Bence Tweet ille de İngilizce yazılmak zorunda da değil. Müze giriş biletinin fotoğrafı ve etiket iddianızı görünür kılacaktır. Belki tek sıkıntı hangi kareyi tamamladığınızı söylemek olabilir, onu da skor kartının orijinaline bakarak çözebiliriz diye düşünüyorum. Dünyanın farklı farklı bölgelerinde müze ziyaret etmek gibi iddialar gözünüzü korkutmasın. Amaç her seferinde farklı müze ziyaret etmek. İstanbul’da yaşayıp Ankara’da bir müze ziyaret ediyorsanız, “Asya’da bir müze ziyaret et” karesini tamamladınız sayılabilir gayet. Ya da neden sayılmasın?
#MüzeBingo iddiası Türkiye’de başlasın o zaman.
Var mısın maratona?
*Bu yazı, Museum Minute blogunun sahibesi Jamie Glavic’in izniyle Türkçeleştirilmiştir.
Bu öğlen ne yiyelim?
Gündelik hayatımızın en sıradan sorusu belki de, ama bir yaşam pratiğinin de en temel göstergesi. NYC Şehir Kütüphanesi, Haziran 2012 – Şubat 2013 tarihleri arasında düzenlediği, New York’ta Öğle Yemeği (Lunch Hour NYC) başlıklı sergiyle, kentin öğle yemeği stereotiplerini ortaya çıkartıyor. Serginin en heyecanlandırıcı tasarımlarından biri de internet sitesi. Zaman ve mekan sınırlarının ortadan kaldırıldığı online sergi tasarımıyla New Yorkluların öğle yemeği tercihlerini her zaman keşfetmek mümkün.
”New York’ta her şey başka yerlere göre farklı yapılıyor – fakat yemek farklılıkları diğer bütün beşeri ekonomi kollarındaki farklılıklardan daha çarpıcı.” – George Foster, New York in Slices, 1849
Elma ile sembolleşen bir şehrin yemek kültürü üzerine düzenlediği sergi birçok kent müzesinin irdelemeye çalıştığı konuları mercek altına alıyor; Hangi yemek kültürü, şehirde ne zaman ortaya çıktı? Göçmenlerin yanlarında getirdikleri yemek tarifleri, zenginlerin tercihleri, yoksullar için düzenlenen yardımlar…
Şehrin yemek kültürü hikayesini anlatmanın yanı sıra, NYPL tarafından, sergiye paralel bir dizi etkinlik de düzenlenmiş; öğle yemeği saatinde Bryant Park’a gelen yemek kamyonu, gençlere yönelik yaz yemek kursları ve sergiye özel hazırlanan ve tamamen yemek kültürü üzerine metin, görsel paylaşımında bulunan Tumblr ve Twitter sayfaları…
”Hem aklınızı, hem karnınızı doyurun” – Bryant Park ve New York Şehri Yemek Kamyonu Birliği ile yapılan işbirliğiyle serginin gündelik hayatın bir parçası haline gelmesi sağlanmış. Pazartesi’nden Cuma’ya 11:00 – 15:00 saatleri arasında bir yemek kamyonu Bryant Park’ta sadece bu sergiye özel yemek satışı yapmış. Hem de her gün farklı bir kamyon, farklı bir mönüyle. Satışlardan elde edilen paranın bir kısmının NYPL’ye aktarıldığı düşünüldüğünde, ufak boyutlu bir fon geliştirme projesinin de başarıldığı söylenebilir.
Gençlere yönelik yemek kurslarıyla müzenin, yemek kültürünü gelecek nesillere taşımayı amaçladığı açıkça görülebiliyorken, bu amaçla planlanan asıl çarpıcı proje yemek projelerinin tercüme edilmesi:Mönüde ne var? 1840’tan bugüne gelen geniş bir yemek mönüsü koleksiyonuna sahip olan NYPL, Nisan 2011’de başlayan bu proje ile birlikte araştırmacıların bütün detaylı sorularını yanıtlamayı amaçlıyor. Tarihçiler, akademisyenler, roman yazarları, şefler ve yemek kültürü meraklılarının farklı dönemlere ait fiyatlandırma, yemekler, yemeklerin düzenlenmesi vb. detaylı soruların peşine düşüyorlar. Arşivlerini dijitale aktarıp, tercümede gönüllülerden yardım isteyen NYPL, bugün 390,000’den fazla tekil yemeği internet ortamında meraklısına sunuyor. Bugün ne pişirsem? sorusunu bile ortadan kaldırabilecek bu çalışmanın sadece akademik çevreyi ve araştırmacıları heyecanlandırmadığı kesin.
Sergi tasarımında, planan yan etkinliklerle birlikte iletişim modelinin de detaylı olarak düşünüldüğü açıkça görülebiliyor. Şüphesiz sosyal medya da unutulmamış. Tumblr ve Twitter sayfalarında sadece yemek üzerine yapılan paylaşımlarla hem serginin sürekli olarak hatırlatılması sağlanmış, hem de yemek kültürü üzerine Web 2.0 dünyasına dair bir arşiv oluşturulmuş. Sergi izleyicilerini kendi öğle yemeklerinin fotoğraflarını çekmeye ve Tumblr sayfasında paylaşmaya davet eden NYPL, bugün sosyal medyanın önemli paylaşım akımlarından birine dair kanalı da oldukça akıllıca bir şekilde iletişim modeline eklemiş. Sosyal medya kullanıcıları arasında yemek fotoğrafı paylaşımı o kadar yaygın bir tavır ki sonunda kendi adını bile oluşturdu; Yemek pornosu (Foodpornography). Bu konuya dair birçok farklı araştırmanın, makalenin olduğu günümüzde yemek kültürü üzerine sergi düzenleyip, onu eklememek büyük eksiklik olurdu.
İkonik NYC yemeklerini keşfetmek ve kendi öğle yemeği tercihlerinizi NYC stereotipleriyle karşılaştırmak için sergiyi buradan ziyaret edebilirsiniz.
“Creativity” is one of those grab-bag terms, like “happiness” and “love,” that can mean so many things it runs the risk of meaning nothing at all. And yet some of history’s greatest minds have attempted to capture, explain, describe, itemize, and dissect the nature of creativity. After similar omnibi of cultural icons’ most beautiful and articulate definitions of art, of science, and of love, here comes one of creativity. –Brain Pickings
Recently, I developed a newfound interest in reading autobiographies of Influencers. I yearned to understand how they forged their online personas, achieved virality on social media, and coped with the myriad costs of fame in the Influencer industry. Among the tales that captivated me the most was that of @Jillisblack. Her story stands out not just because she is Black and queer, but because she has been attuned to her audience’s expectations in the culture industry since the moment her first video went viral on Facebook in 2016. Her narrative unveils the complexity of today’s Influencer economy, where the valuable currency is the sale of one’s persona.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı açıklandığında, AKP’nin ilk dönemlerinde yapılan ateşli tartışmalardan biri düştü aklıma istemsizce:Mahalle baskısı. Ruşen Çakır, 2007’de, Religion, Society and Modernity in Turkey adlı kitabı üzerine sosyolog Şerif Mardin’le bir röportaj yapmıştı. Şerif Mardin, AKP politikalarını değerlendirdiği bu röportajda, mahalle baskısı kavramından ilk kez bahsettiğinde ortalık ayağa kalkmıştı.
Bu sosyolojik kavram, yaygın olarak, laikliğin önünde bir tehdit olarak algılanmış ve buradaki tartışmalarda “yetmez ama evetçiler” olarak adlandırılan politika eleştirilerin hedefi olmuştu. Çok az bir kesimse kavramın geliştirilmesi gerektiğini ve bu haliyle doğru anlaşılmadığını savunuyordu. (Tahminlerim olmasına rağmen) kimle konuşuyorduk tam hatırlamıyorum, sosyoloji hocalarımdan biri, Şerif Mardin’in mahalle baskısı kavramıyla ‘AKP’nin ileride yaşayabileceği toplumsal baskıyı’ işaret etmeye çalıştığını anlatmıştı o dönem.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını duyduğumda, “o zaman, bu zamanmış” diye düşündüm.
Tartışmalar neydi diye geriye dönüp okumak istediğimde Ruşen Çakır’ın hazırladığı kitaplakarşılaştım. Röportajın orijinali ve o dönemin köşe yazılarının derlemesinden oluşan kitabı 2021 baharında okurken Walter Benjamin’i andım: Angelus Novus – gelecekten gelen ve bugünü anlamak için geçmişi kavramsallaştırmaya çalışan “tarih meleği.”
Paul Klee | Angelus Novus
“Klee’nin ‘Angelus Novus’ adlı bir tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor: Gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üstüste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket.”
Şerif Mardin’in röportajını 20 yıllık AKP politikalarının yaşanmışlığıyla okuduğumda, o enkazın altında, önemli bir sosyolojik uyarıyı toplumsal olarak nasıl ıskaladığımızı gördüm.
Benim yorumladığım kadarıyla, Şerif Mardin, “iyi güzel siz İslami hayatı kentte böyle modern yaşıyorsunuz da bu işin bir de Anadolu tarafı var; onları bu sürece nasıl dahil edeceksiniz ya da eğer edemezseniz de Anadolu’nun bu mahalle baskısıyla nasıl baş edeceksiniz?” demiş. Bu kendi dilimde ifade ediş, akabinde, bana şu soruları düşündürttü: Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ile küresel yükselen anti-gender (toplumsal cinsiyet karşıtlığı) hareketleri birbirlerinden nasıl etkileniyor? 2011’den 2021’e hem ulusal hem de ulusötesi AKP politikaları nasıl değişti? Özetle, son 10 yılda tam olarak ne oldu da Türkiye sözleşmeyi ilk imzalayandan sözleşmeden ilk çekilen ülke konumuna döndü? Mercator-IPC araştırma projemde bu soruların peşine düştüm aslında. Ancak bu yazıyı o araştırma projem için yazmıyorum. Burada mevzu, Kızıl Goncalar – televizyon dizisi.
Köşeleri sivriltilerek tek tipleştirilmiş laik ve muhafazakâr karakterleriyle Kızılcık Şerbeti’nin yarattığı gündem (reyting diyelim) ortadayken, aynı yapımcı yeni bir dizi sürdü piyasaya – bu sefer de biraz Kemalistleri ve tarikatları karikatürize etmez miydik? Bilemedik. RTÜK, gelen şikayetler üzerine, (şimdilik) 2 haftalık yayın durdurma cezası verdi. Ben yine Şerif Mardin’i, Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına götüren süreçte tarikatların etkinliğini ve 2023 genel seçimlerinde sıkça gündeme gelen devletin tarikatlaşmasını hatırladım. Kızıl Goncalar dizisine ve yarattığı toplumsal tepkiye baktığımda gördüğümü yazmak yerine, bu sefer, iki video bırakıyorum ilgilisine.
İzlerken, Marx’ı, Das Kapital’i ve şu sözünü birlikte düşünmeli insan: “Din, toplumların afyonudur.”
Gazeteci İsmail Arı’nın yolu, Kızılay üzerine araştırma yürütürken, Menzil tarikatıyla kesişmiş. İncelediği belgelerde, Kızılay’ın satın aldığı ürünlerin Menzil tarikatına ait şirketler olduğunu gördüğünde, önce, tarikatın sağlık sektöründeki yapılanmasının izini sürmüş. 2012’de hükümet yetkililerinin katılımıyla gerçekleştirilen EMSEY HOSPITAL açılışının ikonik bir görsel olduğunu belirten Arı, özellikle Menzil tarikatında üst düzey bir yöneticinin tanıklığıyla, bu toplumsal (siyasi) ilişkilerin peşine düşmüş. Menzil’in Kasası isimli kitabının tanıtımı için verdiği bu röportaj, bir anlamda, Kızıl Goncalar dizisinde portresi çizilen tarikat yapısının günümüz koşullarındaki arka planını sunuyor.
“Adına hizmet diyorlar. (…) Ne yapacaksın? Ücretsiz orada [Menzil köyünde] faaliyette bulunacaksın. Belki on gün yolları süpüreceksin. Belki bir hafta mutfakta temizlik yapacaksın. İnşaat işi varsa inşaatta çalışacaksın. Hatta cemaat mensupları, yıllık iznini kullanıp oraya bu hizmet adı altında gidenler var. Yılda [bir insanın] izni 21 gün; o 21 günü orada hizmet adı altında çalışmak için harcıyor ve sonra geri dönüyor. Hatta deniyor ki polisler, askerler dahi yıllık izinlerini bir kısmını hizmet adı altında orada geçiriyorlar. [Kaynağımıza göre] cemaati yöneten şeyhlerin korumalarının da bu şekilde oluştuğu. En başta söyledim, uzman çavuş, astsubay arasında çok örgütlüler diye. Örneğin, İstanbul’daki bir polis memuru 15 gün izne ayrılıyor ve oraya gittiğinde hizmeti de Menzil’in şeyhlerine korumalık yapmak. 15 gün onun izni bitiyor döneceği zaman bir Jandarma uzman çavuş gidiyor. Belinde zaten taşıyabildiği, mesleğinin gereği silahı var, yıllık izninde şeyhin korumalığını yapıyor ve bu döngü sürekli devam ediyor.”
İsmAİL ARI
2: Mustafa Öztürk, Kızıl Goncalar Kimden Yana?
İlahiyatçı akademisyen Mustafa Öztürk, doğrudan tekke ve tarikatların tarihi dönüşümü üzerine bilgiler sunarken, Kızıl Goncalar dizisinin, aslında, dile getirdiği konular çerçevesinde (gizli) siyasi bir mesaj (amaç) içerdiğini iddia ediyor. O da şu: Bu ülkede kutuplaşma son bulacaksa, bu, ancak muhafazakârların şefkati, hoşgörüsü ve merhametiyle olacak. Başka bir ifadeyle, Öztürk, dizinin eleştiri perdesi arkasında belli bir yaşam biçiminin propagandasını yaptığını savunuyor. Bu tersten teorisininnin doğrulandığını ya da yanlışlandığını göreceğiz.
“Dizinin bir derinliği var, o diziyi kurgulayan zihniyetin de bir derinliği var… Zeynep, Meryem, mazlumlar… Hele hele bir de Birgül Hanım var ki… Diğer taraf mutant yani… Ve onlar öyle güzel yürekliler ki taş kesilmiş kalpleri bile yumuşatıyorlar… Gene puan kimin hanesine yazılıyor hocam? Gene muhafazakârlara… Eğer bu dizi şak diye kesilirse benim bütün teorilerim çöker.”
This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Cookie settingsACCEPT
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are as essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.