Roboski Müzesi’nin Türkiye’nin yüzünü Roboski’ye dönmesini sağlayarak ortak adalet talebinin yükselebileceği bir mekan, adalet isteyen herkesin altında toplanabileceği bir çatı olsun istiyoruz. – Roboski Müzesi Girişimi
“Creativity” is one of those grab-bag terms, like “happiness” and “love,” that can mean so many things it runs the risk of meaning nothing at all. And yet some of history’s greatest minds have attempted to capture, explain, describe, itemize, and dissect the nature of creativity. After similar omnibi of cultural icons’ most beautiful and articulate definitions of art, of science, and of love, here comes one of creativity. –Brain Pickings
Müze Gazhane tanıtım metinlerinde sıklıkla bahsedildiği üzere İBB İstanbul’a üç yeni müze kazandırdı: Karikatür ve Mizah Müzesi, İklim Müzesi ve Bilim Merkezi. Bu üç yeni müzeye bakıp müze nedir, müze mekânı nasıl planlanır, çağdaş müzecilik hangi prensipleri içermelidir gibi bir dizi soru sorabiliriz. Sergileme ve ikincil etkinlik alanları, kamu programları, yeme-içme hizmetleri sunmak, çağdaş müzecilik tanımını üstlenebilmek için yeterli midir? Bana sorarsanız, değil. Çünkü bence çağdaş müzecilik, hâlâ, daha temel bir yerde hizmet veriyor: Sergiler ve sergilere bağlı yan etkinlikler aracılığıyla bilgi aktarımı. O yüzden aklıma düşüyor: İstediğimiz her yerde müze kurabilir miyiz? Teoride, evet, kim karşı çıkabilir ki? Oysa pratikte, hayır. En basitinden iklimlendirme ve aydınlatmanın planlanması gerekir. Misal, o eserler kaç derece sıcaklıkta sergilenecek, nem oranı nasıl kontrol edilecek ve eserler doğrudan yansıyan ışıklardan nasıl korunacak? Buna bir de ziyaretçi trafiğini ekleyin. İçeride aynı anda kaç kişi olacak ve bu kişilerin mekân kullanımına dair alternatif senaryolar neler? Mesela, bir ziyaretçi: Bir pano önünde ortalama kaç dakika harcayacak, o panoyu aynı anda kaç kişi okuyabilir, o panoyu okumadan yanındaki eserlere baksa hikâye anlatımı bozulur mu, o zaman mekânda aynı anda kaç ziyaretçi ağırlayabilirim? Tabii çocuklu aileler, rehberli turlar, öğrenci grupları vb. özel tanımlanmış ziyaretçi gruplarını da unutmadan.
İklim Müzesi’nin yer aldığı binayı ele alalım. Dar alanda kısa paslaşmalar. İki kişinin yan yana durmasına izin vermeyen koridorları. Büyük panolara uzun metinler hazırlayıp onları resimler, grafikler ya da videolarla bir araya getirmek müze midir? Kim müzeye Google aramasıyla kolayca ulaşabileceği metinleri okumaya gelir? Hele de o metinler basitleştirilmemiş, aksine akademik tonda kaleme alınmışsa? Ya da sıradan bir insanın tek bir okumada aklında tutabileceğinden daha detaylı bilimsel içerik sunulmuşsa? Sergiyi beraber gezdiğimiz bir anne ve iki çocuğu her panoda heyecanlandı, beğenilerini defalarca dile getirdi. Asıl soru, ne öğrendiler? “İklim krizi mühim mesele.” Peki, iklim kriziyle nasıl mücadele edeceğiz? İtiraf etmem gerekirse ben içeride tutunamadım ve serginin sonuna ilerleyemeden yarı yolda ayrıldım. Sebebi basit, o alan o kadar büyük konstrüksiyonlu bir sergileme pratiğine uygun değil. Her panoda uzun uzun metinler. Videolar. Yabancılaştıran bilimsel terimler. Kapıdan çıkarken düşünüyorum: Panolar, İklim Müzesi’nin koleksiyonu mu şimdi?
Türkiye’de uygulama, eğer son 10 yılda değişmediyse, basittir: Müze koleksiyonu bakanlığa kaydedilir. Envanter listeleri hazırlanır. Bakanlık müfettişleri de düzenli olarak envanter listesiyle sergi ve depo kontrolü yapar. Masumiyet Müzesi, müze statüsüne başvurduğunda da sormuş Bakanlık: Koleksiyonun ne? Her vitrinin içinde sayısız obje olduğu ve objeler ancak birlikte düşünüldüğünde bir hikâye anlattıkları için sonunda vitrinleri birer sanat eseri olarak kaydettirmeye karar vermişler. O yüzden, panolar da koleksiyon olarak kaydedilmiş olabilir. (O zaman, onu ayrıca ‘koleksiyon objesi’ çerçevesinde tartışmak gerekir.)
Karikatür ve Mizah Müzesi’nin yer aldığı bina, tek bir katta, dairesel bir sergi anlatımı sunuyor. Yani serginin hikâyesini çizgisel kurmaktan başka bir çare yok. Başka bir ifadeyle, mekân, farklı başlıkları bir arada konuşturmak için küçük alanlar kurmaya müsait değil. Bu sebeple de iç içe geçmiş iki dairesel mekâna kurulmuş sergi. Dış çeperin bir kısmına da geniş bir masa konularak atölye alanı kurgulanmış. Yani bir sergileme bir de etkinlik alanından ibaret bir müze. Büyük camlardan yansıyan güneş ışığı ve doğru planlanamayan aydınlatmayla birlikte.
İki müzeyi yan yana düşündüğümde beni en çok her bir karikatür için basılan flyerlar meraklandırdı. Gerçekten gerek var mıydı? Yani iki adım ötesinde İklim Müzesi varken. Bugün, iklim krizine bağlı olarak, daha az basılı materyal üretmeyi, teknolojinin verdiği ekolojik zararların da bilincinde, içerikleri dijitalde biriktirmeyi tartışırken? Gerek var mıydı derken şunu soruyorum aslında: Sergi alanında yer bulunamayan bir bilgi mi veriliyor ziyaretçiye yoksa sadece ‘hatıra’ olarak mı paylaşılmış? (Çünkü ikisini de ayrı ayrı tartışmak gerekir.)
Geniş mekânda aralıklı yerleştirilen yönlendirme ve bilgilendirme panolarında müze binalarının tarihçesi de verilmek istenmiş, ama nasıl? Ziyaretçilerin mimar ya da kimyager, tercihen ikisi birden olması beklenerek.
“İkinci kısım ise betonarme ayaklarla taşınan bir platform üzerinde yer alan süzücü silolardan, boru sistemi ve raylardan oluşmaktadır.”
Müze Gazhane – Bilgi Panosu
Süzücü silolar? Ne yapacak ziyaretçi, bu metni okuduktan sonra olay yerini incelemeye binaya gidip metni deşifre mi edecek? Metnin yanına bir çizim koymak ve çizim üzerinde terimleri açıklamak bu kadar zor mu?
Kanal İstanbul merkezi ve yerel idare arasında yoğun bir iktidar mücadelesiyken, Müze Gazhane bu konuya da İstanbul Planlama Ajansı’nın yürüttüğü çalışmalardan kesitlerle yer vermiş. Sergi desen değil, bilgi panosu desen neden tuvalet girişlerinin önüne yerleştirilmiş o da belli değil.
Uluslararası bir müzecilik buluşması kapsamında yine bir müze geziyorduk ve müzenin müdürü, müzeyi nasıl yenilediklerini anlatıyordu. Mekâna oyuncaklı bir maket eklemişlerdi. Bir oraya gidiyor bir şey anlatıyor, bir buraya geliyor başka bir şeye heyecanlanıyor. Yanımdaki çok sıkıldı. Dedim, belli ki çok övünüyorlar bu maketle. Gözlerini devirip sordu: O zaman niye tuvaletin önüne koymuşlar? (Sadece aklıma geldi.)
Müze Gazhane’nin misyon ve vizyonuna dair bilgi bulamadığımız gibi küratöryel ekibi de bilemiyoruz. Sergi künyelerinden anlıyoruz ki üç mekân da ayrı kişi ve kurumlar tarafından tasarlanmış. Merak ediyor insan: Bu gruplar birbirleriyle ne kadar iletişim içindeydi? Üç ayrı mekân kurarken hepsini kapsayan bir planlama yapıldı mı yoksa birbirinden tamamen bağımsız üç ayrı strateji mi geliştirildi? Adına müze dedikleri bu üç mekân da Müze Gazhane çatısı altında bir arada ‘yaşayacaklarına’ göre, üçünün birbiriyle *konuşması* gerekmez miydi? Tüm bu sorular, yıllar önce Müze Sergi İşleri (Deniz Koç ve Yeşim Kartaler)’le yaptığımız söyleşiyi getirdi aklıma: Müzeyi kim kurar? Sergi senaryolarının mekânla birlikte düşünülerek planlanmasını ve Türkiye’de, müzecilikte, tasarımın içerikten ne kadar daha ön planda tutulduğunu tartışmıştık.
BONUS İÇERİK
Zaman eksikliğinden Bilim Merkezi’ni gezemedim. Tesadüfen bir vlogda karşıma çıktı. Sanırım Müze Gazhane’nin en ‘renkli’ kısmını kaçırmışım. Ziyaretçinin ‘hands on’ (uygulamalı) deneyim kazanabildiği bu alanı izlediğim kadarıyla pek sevdim. Özellikle de depreme karşı alınacak önlemlerin en basitini, güçlü konstrüksiyonu anlatan o maket sistemi!
Fotoğraf çekmenin yasak olduğu müzelerden, müzelerde selfie çekme çılgınlığının ziyaretçi davranışlarındaki etkisine uzanan tartışmalar şu köşede dursun, sadece fotoğraf / selfie için yaratılmış bir mekân düşünün, adı da Art in Island Museum olsun.
3D kopya eserler arasında dolaşırken her şey serbest. Onlara dokunabilir, üstüne çıkabilir, yanına uzanabilir, sarılabilirsiniz… Tek şart, ayakkabılar çıkacak! Topuk izi ya da çamur olmaması için ayaklara dikkat.
Yetişkinlerin de çocuklaştığı, gezinin eğlence kadar yaratıcılığı teşvik ettiği de aşikâr. Ne de olsa kopya eserlerle en ilginç fotoğraf karesini yakalama peşinde her ziyaretçi. O fotoğrafı kiminle paylaştığını, orijinal eseri, eserin sahibini ne kadar biliyor, ya da bu durum onu ne kadar ilgilendiriyor, bilmiyorum.
Müzenin tanımı belli. Bu tanıma bağlı kalmak için çok da fazla muhafazakâr olmaya gerek yok. Öte yandan, bugünlerde sıkça karşımıza çıkmaya başlayan bu tür eğlence mekânlarının müze olarak adlandırılmasının bu tanıma zarar vereceğini de düşünmüyorum. Müze hâlâ müze. İçinde yaşadığımız dönemlere göre ismin kullanım alanı genişliyor sadece.
Haberi okuyunca bir arkadaşımla yaptığımız müze gezisi geldi aklıma. İstediğimiz eserin önünde istediğimiz kadar vakit geçirebilmek için müze girişinde ilgi alanlarımıza göre ayrılmıştık. Bir süre sonra arkadaşım müthiş hayal kırıklığına uğramış bir şekilde yanıma geldi ve “fotoğraf çekmek yasakmış!” dedi.
– Aaa, öyle mi? İşaret görmedim ben. Zaten bir şey de çekmemiştim daha.
– İyi de fotoğraf çekmeyeceksek müze gezmenin ne anlamı var?
“Burada eserler tamamlanmış değil […] eğer onlarla fotoğraf çektirmezseniz.”
The Turkish Nil Yalter, who was born in Cairo in 1938 and grew up in Istanbul, has been living and working in Paris since 1965.
I was visiting Cologne for the weekend, and visiting Yalter’s exhibition was highly recommended by a friend of mine living in the city. The welcoming statement explains simply her enthusiasm: “Exile Is A Hard Job”; a quote from Nâzım Hikmet—the famous poet born in Turkey and died in exile, in Moscow.
Even though the exhibition title is directly linked to the concept of migration, Nil Yalter is concerned with mobility. She narrates the story of mobilization, in its very simple form of moving from one place to another. The reason for mobilization, its frequency, and the location in the national and international level might differ.
Estranged Doors is part of the 1983 series Exile Is a Hard Job. Eight photographs, portraits of four Turkish immigrants, are arrange around a text block. The text is a Turkish poem by Hasan Hüseyin Korkmazgil. He uses the image of a door to draw attention to a transnational space: a door is passed through, the previous room is left behind, and the new room lies ahead. The feeling of leaving and having not yet arrived is comparable to the situation of migrants. In the poem, doors not only lead to the estrangement mentioned in the title but also to servitude.
In a wide range of topics from the death penalty execution on May 6, 1972 in Turkey to the migration history from Turkey to Europe, and by applying various medium from painting and installation to video art, Nil Yalter tells a series of stories concentrating on mobility by putting forward the aspect of body, particularly female body. In her art, Yalter exposes female bodies from the perspective of mobility in various spaces. Additionally, she displays the similarities and differences of the female body’s mobility in different geographies.
For Neunkirchen (1975), Nil Walter accompanied two women from the village of the same—Ms. Meisel (a cleaner) and Ms. Schmidt (a worker at a dairy farm)—in their daily work. Yalter’s camera focuses on the simple jobs performed by the workers. The de-personalization makes the monotonous, servile, and disempowering activities visible. The jobs performed by women, including caring for the elderly, raising children, and household chores, often go unrecognized and unappreciated. They take place in the hidden, private space associated with the female sphere. This is contrasted with a video showing two men doing target practice.
The photographs in Algerian Marriage in France (1982) document the multi-day wedding celebrations of an Algerian immigrant family. The six photographs show the same group of women and children playing music, dancing, and laughing together in an elaborately decorated room. The traditional absence of men raises questions about gender-specific role models and spaces. Only at the wedding do the bride and groom finally meet. It seems as if the artist has removed the originally rich colors from the scenes and transferred them to the frames inspired by the wall decorations in the photos. She uses geometric shapes and bold colors, as in her abstract paintings from the 1960s.
Nil Yalter traveled to the Anatolian region of Niğde in 1973. She captured her impressions of nomadic lifestyles in nine collages with drawings, photographs, found materials, and handwritten labels. In a collage, four photographs document how sheep’s wool is processed to make felt. Another collage shows a container for transporting fragile teacups. Other collages describe the structure and dimensions of a yurt. Finally, Yalter built what at first glance seems to be an authentic Topak Ev (1973) (Turkish for “round house”). The portable tent, which can be assembled and disassembled, allows people to move around flexible to search for food and water. On the tent are lines from a novel by the author Yaşar Kemal, which deal with the continuing exile of nomads. Land-owners and governments forced them to abandon their nomadic lives and move to the suburbs of Turkish cities, where they began to work in factories.
In Topak Ev, with the yurt Yalter shows a private space associated with the female sphere. As young girls, the nomadic people living in the Anatolian steppe begin to make their own yurt as well as the decorations and tools for their future household. These make up their dowry, while the husband contributes a herd of cattle as capital to the marriage. The tent is the limited space in which the wide lives and works and which, with few exceptions, she is not allowed to leave. She determines who enters it. Topak Ev is a symbol of both female empowerment and oppression.
Nil Yalter’s concern with mobility showed itself as an outdoor activity of the exhibition, and she made murals with her exhibition’s poster. In the last part of the exhibition, eventually, the artist narrates the mobility from the experience of her own feminity and body from the perspective of mobility in the city of Cologne. Consequently, by calling visitors to mobilize, by preparing—in three languages—free exhibition guide, and by making a documentary film on the (her)story of the artist and her show in Museum Ludwig, the exhibition was absolutely inspiring.
MuseumNext, teknoloji ve yenilik alanında düzenlediği konferanslarla son yıllarda öne çıkan bir müzecilik buluşması. 18-20 Haziran tarihleri arasında Newcastle’da 6.sı düzenlenen konferansın konuşmacıları arasında dünyanın birçok ”lider” müze kurumunun yöneticileri yer alıyor. Ziyaretçilere interaktif deneyimler sunulan projelerin ve deneyimlerin paylaşıldığı bu konferanslar, yeni müzecilik anlayışı ekseninde geliştirilen uygulamaları tanımak açısından bir fırsat.
”İnanıyoruz ki teknoloji müze izleyicisinin beklentilerini değiştiriyor. Artık bilginin onlara sadece yayınlanmasını istemiyorlar; onlar da yaratmak, geliştirmek ve üretimde işbirlikçi olmak istiyorlar. Etkinliklerimiz aracılığıyla yeni düşünceleri destekliyor ve ”sırada ne var?” sorusunu tartışmak üzere platform oluşturuyoruz.” (MuseumNext.org)
Yenilikçi müze projelerini teşvik etmeye devam eden MuseumNext bu yıl programa yeni bir bölüm ekledi: MuseumNext Awards. Newcastle’da açıklanacak ödülü hangi uygulamanın kazanacağını merakla bekliyorum.
Bu yıl yakaladığım Museumnext konferansında gönüllü çalışma fırsatını vize zorunluluğu sebebiyle kaçırdım. Umarım gelecek sefere.
O zamana kadar MuseumNext videolarını Vimeo kanalından izlemeye ve konferansı Twitter’da #MuseumNext etiketiyle takip etmeye devam!
MuseumNext is a distinguished museuology reunion on innovation and technology in museums. The sixth conference will be held in Newcastle, UK between June 18 and 22. MuseumNext gathers together the opinion leader delegates from all around the world. It offers a unique opportunity to discover new interactive applications and projects developed in the context of new museology.
“We believe that technology is changing the expectations of museum audiences, they no longer want to have information just broadcast at them, they want to create, to curate and to co-produce experiences. Through our events we encourage new thinking and create a platform to discuss ‘what next?'” (MuseumNext.org)
MuseumNext continues to support innovative museum projects by adding a new section to the programme: MuseumNext Awards. I’m curious about the award winning project, which will be announced in New Castle.
Because of the visa obligations, I missed the chance to attend to the MuseumNext as a voluntary this year. Fingers crossed for the next time.
Until then let’s keep watching the MuseumNext videos on Vimeoand following the conference on Twitter via #MuseumNext!
This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Cookie settingsACCEPT
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are as essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.