Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi bugünlerde İstanbul’u odağına alan bir sergiyi ağırlıyor; “Günlük Sesler: Sesi Gündelik Hayat Üzerinden Keşfetmek”.
Serginin karşılama panosu, kentin ses(ler)inin, tek başına, bir kültür ve yaşam alanı olduğunu anlatıyor.
Kent bir taraftan yapısal olarak dönüşümler geçirirken buna paralel ses alanı da (soundscape) yıldan yıla değişiklik gösteriyor. Bu değişimi yakalamanın imkansızlığı bir yana, ses görsel dünyanın aksine daha henüz yeni gelişmekte olan bir akademik araştırma alanı.
Sergide 4 yerleştirme bulunuyor. Mimar, ses tasarımcısı, araştırmacı ve yazar gibi farklı uzmanlık alanlarından gelen bireylerin yer aldığı bir ekip çalışması. Çalışmalarda sesi hikayeleştirmek ve haritalandırmak hedeflenmiş.
Benim en sevdiğim iş sergi mekânının sonunda; İstanbul’un Sesleri. Pınar Çevikayak Yelmi tarafından projelendirilen ve interaktif haritasını Hüseyin Kuşçu’nun geliştirdiği bu çalışma aslında katılımcı bir proje ve soundscapeofistanbul.ku.edu.tr adresinden erişim mümkün. Koç Üniversitesi’nde yürütülen bir doktora araştırmasının parçası olan bu çalışma, “günlük alışkanlıkların kentsel doku ile ilişkisini işitsel bir perspektif yoluyla kurarak, kültürel sesler konusundaki farkındalığı ve toplum bilincini artırmayı amaçlıyor.” (Sergi panosundan alıntı.)
Pek farkında olmasak da günlük hayatımızın ve kültürümüzün ayrılmaz parçaları olan sesler, somut olmayan kültürel miras açısından ise eşsiz bir öneme sahiptir. Kayıt altına alınmayan veya arşivlenmeyen sesler, ne yazık ki yok olup giderler. Yerleştirme özellikle İstanbul gibi dinamik bir şehrin yaşayışı, dolayısıyla da sesleri hızla değiştiği için şehrşn ses sembollerinin korunmasının, kültürel hafızanın ve kültürel kimliğin sürdürülebilirliği açısından önemşni ve gerekliliğini vurguluyor.
Sesler temalarına ve konumlarına göre gruplandırılmış. Dilerseniz interaktif harita üzerinde ilerleyerek İstanbul’un bir bölgesini seçiyorsunuz ve o bölgeye ait arşive eklenen sesleri görebiliyorsunuz ya da temaların altında din, eğlence ve boş zaman, yemek-içmek, festivaller ve etkinlikler, zanaat, sokaktaki meslekler, doğa ve ulaşım gibi başlıklardan birini seçiyorsunuz. Haritada o sesin nerede kaydedildiği yine görünüyor. Kendi mahallemi seçtim ben, Erenköy, etkinlik sesini tıkladım ve içerisi bir anda 10. Yıl marşıyla doldu. 19 Mayıs kutlamalarının kaydıymış meğer. En son kullanıcı neyi seçerse o ses sonsuz tekrarda kaldığı için mekândan çıkmadan durumu kontrol altına almakta fayda var. (Neyi açık bıraktığımı tabii ki söylemeyeceğim.)
soundsslike.com üzerinde çok hızlı ve kolay bir şekilde hesap açarak kentliler de kendi ses kayıtlarını arşive ekleyebiliyorlar. Bugün akıllı telefonlar aracılığıyla hepimiz, her gün, sürekli, kayıt alıyorken ve kayıt altındayken arşivin bu tür katılımcı bir stratejiyle büyüyeceğine inanıyorum.
Mekâna bir de kısa bir anket yerleştirmişler. Sorular arasında en sevdiğim “sizce İstanbul’un sesleri nelerdir?” oldu. Ezan, yazdım ben. Sonra niye böyle bir şey çıktı diye düşündüm. Sanırım Türkiye dışında yaşadığım için, İstanbul’da olduğumu en çok ezan seslerinden hatırlıyorum. Bir de kış aylarının eski sesi geldi aklıma; bozaaAAA! (“Kafamda Bir Tuhaflık” kitabını anmadan olmaz bu noktada.) Nereden hatırladım bilmiyorum, muhtemelen sokak satıcılarından düştü zihnime, çocukluğumda arabalarda reklam müzikleri çalardı, onu da yazdım: ay-gaz dını-dın.
İnsan en zor sesleri hatırlıyor. Bir daha görüşülemeyecek bir yakının sesini hatırlamaya çalışmak örneğin. Ne dediğini kelimesi kelimesine söyleyebilmek ama o sesi, o tonlaması. Hiç beklenmedik bir anda, öylesine yapılmış bir kayıtta kulağınıza iliştiğinde ve de… Kentin sesleri de tüm bunlardan farklı düşünülebilir mi? “Günlük Sesler” sergisi, şehirde oradan oraya koştururken hepimizin işittikleri, kapalı bir mekânda yeniden duyunca hatırladıklarımız. Aslında.
Sergiyi PATTU tasarlamış. Nedense sergi künyesinde sergi kurgusu ve tasarımı olarak geçiyorlar, ancak küratör olarak anılmıyorlar. Projeye danışmanlık yapan bir ekip var, ama kimse küratör olarak künyede yer almamış. Bunun sebebini çok merak etsem de bu bambaşka bir konu. Sonraya bırakıyorum.
Sergi mekânından çıkarken ziyaretçi defterini karıştırmayı tabii ki ihmal etmedim.
Favorim, sesleri zorlayan romantikler.
***
Bir de İstanbul’un seslerinden bahsetmişken, birkaç sene önce Documentarist’te izlediğim şu kısa filmi, “Ben Geldim, Gidiyorum“, yazının sonuna, meraklısına, iliştiriyorum.